Kurganmezar anıtlarından çıkan buluntular Türk tarihi hakkında kronolojik bilgiler vermesi ve kronoloji oluşturabilinmesinin dışında, bu kültür coğrafyasında yaşamış insanların sosyal yaşantıları, iktisadi hayatları, askeri yapıları, dini inançları ve sanat anlayışları v.b çök önemli belgeler ve bulgular içerirler. 10TuncaKortantamer, “Türk Edebiyatında Gelenek ve Modernlik Tartışmaları Üzerine”, Kitap-lık dergisi, S. 38, Güz 1999 s. 162. 11 Mehmet Kaplan, Şiir Tahlilleri 2 ñ Cumhuriyet Devri Türk Şiiri, 3. Baskı, Dergâh Yayınları, İstanbul 1980, s. 7. Türkedebiyatının üretken ismi Tahsin Yücel, dün tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti. 17 Şubat 1933’te Elbistan’da doğan Yücel, Galatasaray Lisesi’ni (1953) ve İstanbul Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdikten sonra aynı bölümde asistan oldu. Genellikleçeşitli İslâm ülkelerinden gelen göçmenlerin sayısı % 8’e yaklaşır. İngiltere tarihinde görülen din anlaşmazlıkları ve bölünmeler yüzünden halk arasında çeşitli hıristiyan mezhep ve tarikatları gelişmişse de hâkim olan inanç Protestanlığın Anglikan 1980Sonrası Türk Hikayesinde Tasavvuf Ertan Engin Türk Edebiyatı en uygun fiyatı GittiGidiyor'da! 1980 Sonrası Türk Hikayesinde Tasavvuf Ertan Engin Türk Edebiyatı incelemesi, yorumlar, özellikleri, fiyat ve taksit seçenekleri için tıklayın! 50L9l. This PaperA short summary of this paper37 Full PDFs related to this paper edebiyat, edebiyat, edebiyat, divan edebiyatı söz sanatları, irsali mesel nedir, leffü neşr nedir, seci yapılır, tsöz sanatları, türk edebiyatındaki söz sanatları, Türk edebiyatında sıkça kullanılan söz sanatlarından yedi tanesini bu yazımızda açıklıyoruz. 1- Tezat Karşıtlık Birbirine zıt kavramların aynı cümlede veya birarada kullannaktır. söz sanatları 2- Tariz İğneleme Bir kişiyi iğneleme, bir konu veya kişi ile alay etme ya da bir sözün tam karşıtını kastetme sanatıdır. 3- Tekrir Tekrarlama, Yineleme Bir sözü birkaç kez tekrar etmek anlamına gelir. 4- Seci Düz yazıda cümle içinde ya da cümle sonlarında kafiyeli sözler kullanma sanatıdır. 5- İrsal-i Mesel Güzel söz aktarma Dizelerde bir atasözünü veya bir özdeyişi aktarmaktır. 6- İstifham Soru sorma Bir cevap beklenmeden soru sorma sanatıdır. 7- Leff ü Neşr Sıralı uygunluk Bir dizede iki ya da daha fazla kavramdan bahsettikten sonra diğer dizede onlarla ilgili benzer veya zıt sözleri kullanma sanatıdır. Tüm Yönleriyle Roman Türü bir yazının başlığı olarak aslında romanın her boyutunu anlatmaktadır. Roman; yaşanmış ya da yaşanması mümkün olay veya durumların kişi, yer ve zamana bağlı olarak okuyucuda heyecan ve zevk uyandıracak şekilde anlatıldığı uzun edebî türdür. Romanda birbiriyle bağlantılı olaylar bir tema etrafında bir araya gerçeklik kurmaca yazıldığı dönemin zihniyetini serim, düğüm ve çözüm bölümleri türünün ilk örneği, İspanyol yazar Cervantes’in Servantes XVII. yüzyılın başlarında yayımlanan Don Quijote Don Kişot adlı eser kabul edilir. Türk edebiyatına roman Tanzimat’la girmiştir. Türün ilk örnekleri çeviri çeviri roman, Yusuf Kâmil Paşa’nın Fransız yazar Fénelon’dan Fenelon 1859 yılında çevirdiği Télémaque’tır Telemak.İlk yerli roman, Şemsettin Sami’nin Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat adlı romanı, teknik açıdan Servetifünun Dönemi’nde güçlenmiş; Halit Ziya Uşaklıgil, roman türünün Batılı anlamdaki ilk örneklerini Edebiyat ve Cumhuriyet Dönemi’nde roman türünde başarılı örnekler diyalog, iç konuşma, anlatma, gösterme, özetleme anlatım tekniklerine başvurularak olaylar anlatılır. Roman Türleri Romanlar genel olarak konularına ve yansıttıkları edebî akımlara göre sınıflandırılır. Macera serüven romanı Günlük hayatta az rastlanan, ilgi çekici olayları okuyucuda heyecan ve merak uyandıracak biçimde anlatan roman türüdür. Alexandre Dumas Aleksandır Duma Monte Cristo Kontu Monte Kristo Kontu bunlardan biridir. Bizde bu alanda isim yapmış ilk romancı Ahmet Mithat Efendi’dir. Sosyal Roman Sınıf çatışması, geçim sıkıntısı, göç gibi toplumsal ve ekonomik sorunları veya birtakım töreleri ele alan roman türüdür. Türk romanında toplumcu gerçekçiliğin ilk yansımaları, işçi hayatlarının anlatılmasıyla 1930’larda başlar Mahmut Makal Bizim Köy Yaşar Kemal Teneke, Fakir Baykurt Yılanların Öcü, Kemal Tahir Köyün Kanburu, Orhan Kemal Bereketli Topraklar Üzerinde,Orhan Kemal Gurbet Kuşları, Reşat Nuri Güntekin Yaprak Dökümü vb. Bereketli Topraklar Üzerinde ve Orhan Kemal Roman, Ç. köyünün erkeklerinden bir kısmının çalışmak için çeşitli bölgelere dağılmasıyla başlar. Romanın üç önemli kişisi; Köse Hasan, İflahsızın Yusuf ve Pehlivan Ali, çalışmak için Çukurova’yı seçer. Olaylar, tarımda makineleşmenin 1950’li yıllarda Çukurova ve çevresinde meydana getirdiği değişimler, emek-sermaye ve ırgat-ağa ilişkisi, köylü-şehirli farkı; Anadolu’da çalışmak için bir kasabadan Çukurova’ya gelen üç arkadaşın yaşadığı sıkıntılar çerçevesinde anlatılmıştır. 1950’li yıllardan sonra köylünün kente yönelişinin hikâyesini anlatan eserler yazılır. Bu anlamda, köyden şehre doğru olan hareketi işleyen ilk yazarlardan biri Orhan Kemal olmuştur. Türk edebiyatında Orhan Kemal’in yanı sıra Sabahattin Ali, Yaşar Kemal, Samim Kocagöz, Talip Apaydın, Necati Cumalı, Fakir Baykurt gibi yazarlar toplumcu gerçekçi anlayışla yazdıkları romanlarıyla tanınmışlardır. Aydın Romanı Halit Ziya’nın “Mai ve Siyah”ındaki Ahmet Cemil’i, romanda bunalan ilk kentli aydın sayabilirsek, roman tarihimizde daha çeyrek bir yüzyıl geçmeden görülen bunaltının erken olduğunu söyleyebiliriz. Cemil’e, Yakup Kadri’nin “Sodom ve Gomore”sindeki Necdet’i, “Yaban”daki Ahmet Celal’i ekleyebiliriz. Cumhuriyetin ilk yıllarından sonra bunalan aydın yine görünür Peyami Safa’nın “Yalnızız”ındaki Samim, Tanpınar’ın Huzur’undaki İhsan, huzuru ararken hep huzursuzdurlar. Yusuf Atılgan Aylak Adam Her ne kadar, yetişkin bir aydın olmasa da, otuzuna merdiven dayamış, kentli ve paralı olan Aylak Adam’ın C.’si, bunalma biçimiyle, kendisinden sonra bunalan roman kişilerinin öncüsü sayılmalıdır. Çalışmayan, hazırdakini yiyen bir aylaktır C. Hemen her sabah işi varmış gibi sokaklara çıkan aylak bir tiptir C. Oğuz Atay Tutunamayanlar Oğuz Atay, Tutunamayanlar’ı 1972’de yayımlar. Postmodern romanın ilkleri bağlamında birçok eleştirinin konusu olur. Romanın iç içe geçen kurguları alışılmamış ve aslında roman kurgusunun içinde olan önsözler, yine kurgu içinde bir kurgu olan yayımcının mektubu, kişilerinin, olaylar içindeki davranışları ve ilişkilerinden çok, zihinsel devinimleriyle var olmaları ve aydının kendi içindeki hesaplaşması Turgut Özben’in eleştirel ve ironik tutumu, eleştirilerin en belirgin konularıdır. Abdülhak ŞinasiHisar 1888-1963 Romanlarında Marcel Proust ve Maurice Barres ’ten gelen, biraz da yaşadığı zamanın getirdikleriyle uzlaşamamaktan kaynaklanan geçmişe kaçan aydın düşüncesini işler. 1941 yılında yayımlanan ve aynı yıl CHP’nin açmış olduğu yarışmada üçüncülük ödülünü kazanan ilk eseri, Fahim Bey ve Biz adlı romandır. Abdülhak Şinasi’nin ikinci romanı Çamlıcadaki Eniştemiz’de ise 1944 “Eskiİstanbul’u ve üst kat insanlarını, yaşayışlarını, köşkleri, yalıları, eğlenmeleri; avuntularıyla bireyci, izlenimci yöntemde bir özlem örtüsü arasından gösterir. Yine anılarına dayalı olarak kaleme aldığı Ali Nizami Bey’in Alafrangalığı ve Şeyhliği 1952 adlı son romanı da dâhil, bütün romanlarında kahramanlarının çoğu tuhaf, içe dönük ve siliktir. Hayali ile avundukları mekân, Cumhuriyetten önceki dönemde varlıklı insanların yaşadığı yalı ve konaklar, kahramanlar ise her gün karşılaşılan kişiler değil, pek çok özelliği bünyelerinde toplamış sıra dışı kişilerdir. Ahmet Hamdi Tanpınar 1901-1962 Huzur Romanda Tanpınar’ın zevklerini, hayata ve dünyaya bakışını temsil eden Mümtaz,çocukluğundan başlayarak belli bir terkibe ulaşıncaya kadarki hayatı, bilgi kaynakları tam olarak anlatılmış tek kahramandır. Romanın asli kişileri olan Mümtaz ile Nuran arasındaki ilişki belli bir zamanda başlar, belirli şartlar altında gelişir. Roman, Nuran’ın kendisine ihanet eden kocasına dönmesi, Nuran’ı seven ve Mümtaz’la sürekli çatışma halinde olan Suat’ın intihar etmesi ve Mümtaz’ın bunalım geçirerek merdiven üzerine yığılmasıyla sona erer. Ahmet Hamdi Tanpınar Saatleri Ayarlama Enstitüsü 1961 Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanı; dengesiz, arayış içindeki kişileri aracılığıyla yaşadığı dönemin eleştirisini yüklenir. İronik bir anlatımla iki uygarlık arasında bocalayan Türk toplumunun tablosunun çizildiği roman, asli kişi Hayri İrdal’ın anıları biçiminde kaleme alınmıştır. Bilim kurgu romanı Gelecekte olabilecek olayları bilimsel bir yaklaşımla, hayal gücünü de kullanarak anlatan roman türüdür. Isaac Asimov Ayzek Ezimov Ben Robot Adıyamanlı Samsatlı Lucian’ın “Gerçek Tarih” adlı eseri, ilk kez Ay’a yapılan bir seyahati ve uzay savaşını anlatıyor. Samsat Samosata-Adıyaman topraklarında yaşayan hiciv yazarı Lucian, dünyada ilk kez uzay yolculuğu ve gezegenler arası savaş konularını kaleme aldı. Ay’a yapılan yolculuğu anlattığı Gerçek Tarih’ True History adlı eseri, Roma İmparatorluğu döneminde, MS 175 yılında yazıldı. Hikâyeye göre, Lucian’ın da aralarında bulunduğu bir grup gezginin yer aldığı gemi, şiddetli bir kasırganın içinden geçerek Dünya’dan ayrılır ve havadaki 7 günlük yolculuğun ardından Ay’a ulaşır. Roman şöyle başlıyor Olimpiyatlara katılmış 50 atletle bir gemide karanlık denizde gidiyorduk. Fırtına çıktı. Dalgalar gemiyi kaldırdı indirdi, kaldırdı indirdi, kaldırdı, gittik. Tarihî roman Tarihî olayları ve kişileri konu alan roman türüdür. İlk tarihî roman örneği sayılan “Waverley”de 1814 Walter Scott, gerçek bir olayın içersine fiktif yapıda bir metin yerleştirmiştir. Romanın konusu, İskoçya tarihindeki 1745 Jakoben Ayaklanması’ ilk tarihi roman Namık Kemal’in yazdığı Cezmi adlı eserdir. Tarık Buğra Küçük Ağa Küçük Ağa, Millî Mücadele yıllarının Kuvayı Milliye’nin oluşumundan Çerkez Ethem birliklerinin bozguna uğratılması arasındaki dönemin kurgusu niteliğindedir. Yazarın Millî Mücadele yıllarını konu alan romanı, halk hareket noktası alınarak kurgulanmıştır. İstanbullu Hoca, Çolak Salih, Reis Bey, Doktor Haydar ve Ali Emmi gibi halktan insanlar romanın kahramanlarıdır. Soru Çolak Salih’in asker olması dolayısıyla, dönemin siyasal ve sosyal olaylarını, kurgu içerisinde anlatmakta zorlanmaz. Çolak Salih, geçmişin ihtişamını aramaktadır. Çanakkale’de kolunu kaybetmiş, herkesin kendisine acıma duygularıyla yaklaştığı, hatta uzaklaştığı bir adam hâline gelmiştir. Görev anlayışı en üst seviyede gelişmiş olan Çolak Salih, halk adamıdır. Memleketine ve vatanına geleneksel bağlılığı temsil etmektedir. Millî Mücadele öncesinde çok iyi bir askerdir. Silah talimlerinde hâlâ iyidir. Aynı zamanda güvenilir bir kuryedir. Aile hayatı söz konusu değildir. Bu parçada anlatılan kahraman yer aldığı eser ve yazarı aşağıdakilerin hangisinde verilmiştir? A Tarık Buğra – Küçük Ağa B Kemal Tahir – Devlet Ana C Nahit Sırrı Örik – Abdülhamit Düşerken D Samim Kocagöz – Kalpaklılar-Doludizgin E Safiye Erol – Ciğerdelen Attilâ İlhan Dersaadet’te Sabah Ezanları Roman, 1909’dan İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalinden hemen sonrasına, Millî Mücadele’nin Anadolu’da güç kazandığı döneme kadar 1920 olan bir süreci işler. “Dersaadet’te Sabah Ezanları” Millî Mücadele yıllarına, İstanbul’u merkeze alarak bakmaktadır. Kemal Tahir Devlet Ana 1967 yılında yayınlanan roman, Anadolu toprağının Bitinya Söğüt ucundaki Türkmenlerin, uç beyliğinden, topraklarını genişletmek suretiyle Osmanlı Devleti’nin temelini atmaları ve yaşadıkları olayları Ertuğrul Gazi’nin at bakıcısı Demircan ve sevgilisi Liya’nın düşmanlarınca öldürülmesi ve kardeşleri Kerimcan ile Mavro’nun intikam almak için giriştikleri mücadele çevresinde gelişir. Daha sonra intikamın alınması, katillerin öldürülmesi ve Kerimcan’ın tekrar mollalığa dönüşü anlatılır. Romanda tarihî olaylar 1290-1299 yılları arasında Ertuğrul Gazi’nin başında bulunduğu beyliğin, hastalığı nedeniyle, oğlu Osman Bey’e geçmesi ve böylece bir aşiretin devlet oluşu anlatılır. Fantastik roman Gerçeküstü olay, kişi ve yerleri konu alan roman türüdür. Yüzüklerin Efendisi-Tolkien Tolkin Psikolojik roman tahlil romanı Dünya edebiyatında ilk psikolojik romanı Mm. De La Fayette’nin yazdığı “La Princesse de Cleves” 1678 adlı eserdir. İnsanın iç dünyasını, bilinçaltını, olayların insanın ruh dünyasına etkilerini anlatan roman türüdür. Bizde ilk psikolojik romanı Mehmet Rauf’un yazdığı “Eylül”dür. Polisiye roman Polisiye olayların konu edildiği; aksiyon, gizem, heyecan, korku vb. ögeler içeren roman türüdür. Dünyanın en ünlü polisiye yazarlarından Agatha Christie’nin ilk polisiye eseri 1920 yılında kaleme aldığı “The Mysterious Affair Style” Ölüm Sessiz Geldi’dir. Dünyaca tanınan polisiye yazarı Edgar Alan Poe, aynı zamanda Amerika’nın ilk büyük yazarı olarak kabul edilmektedir. Şiir, kısa öykü gibi farklı türlerde de sayısız eser veren yazarın Morgue Sokağı Cinayeti isimli kitabı polisiyenin ilkleri arasındadır. Sevilen polisiye yazarı Arthur Conan Doyle, bugün bile kitleleri peşinden sürükleyen Sherlock Holmes karakterinin yaratıcısıdır. İrlanda kökenli olduğu bilinen yazar polisiye türünde birçok esere sahiptir. Ülkemizde polisiye türündeki eserleriyle tanınan ve sevilen Ahmet Ümit, aynı zamanda dünyanın en ünlü polisiye yazarları arasında gösterilmektedir. Polisiye türünde verdiği ilk eser “Çıplak Ayaklıydı Gece” olan ünlü yazarın kitapları, dünyanın birçok yerinde farklı dillerde çevirileriyle yer almış ve almaya da devam etmektedir. Ümit’in öne çıkan eserleri ise Elveda Güzel Vatanım, İstanbul Hatırası, Patasana, Sultanı Öldürmek olarak sıralanabilir. Peyami Safa’nın Server Bedi Takma adıyla yazdığı Cingöz Recai adlı eserleri bu türün önemli eserlerindendir. Tezli roman Toplumsal veya siyasal bir sorunu konu edinen, bir tez içeren roman türüdür. Tezli romanlarda yazar, bir görüşü savunur ve bunun doğruluğunu kanıtlamaya çalışır. Türk edebiyatında ilk tezli roman Nabizade Nazım’ın yazdığı Zehradır. Roman, diğer tezli romanlar gibi bir fikri savunmak için yazılmıştır. Kitapta Zehra adlı bir kadının eşini cariyesi Sırrıcemal’i kıskanmasıyla başlayan bir dizi olay anlatılır. Aşırı kıskançlığın ne gibi kötü sonuçlar doğuracağını anlatan kitapta yer alan diğer karakterler şunlardı Şevket Bey, Ürani, Muhsin Bey. Yakup Kadri Karaosmanoğlu Yaban Jack London Martin Eden Victor Hugo Deniz İşçileri Recaizade Mahmut Ekrem Araba Sevda Maksim Gorki Benim Üniversitelerim Henri Beyle Stendhal Kırmızı ve Siyah Egzotik roman Uzak ve yabancı ülkelerin doğa ve insanlarını konu edinen roman türüdür. Pierre Loti Piyer Loti İzlanda Balıkçısı Ahmet Mithat Efendi Hasan Mellah ve Hüseyin Fellah Refik Halit Karay Nilgün Natüralist roman Nana Nana-Émile Zola Emil Zola Egzistansiyalist roman Bulantı-Sartre Sartr Modern roman Ulysses Yulises-James Joyce Ceymis Coys Postmodern roman Gülün Adı-Umberto Eco Umberto Eko Romanın Yapı Unsurları Olay Örgüsü Eserlerde ortaya çıkan, oluşan durum, ilgi çeken veya çekebilecek nitelikte olan her türlü iş, hadise, vaka Adamın yürümesi, bisikletten düşmesi, arabanın bir yayaya çarpması, bir kuşun sakatlanması vb. eserde gerçekleşen her şey. Eserlerde gerçekleşen her şey gerçekleşme aşama ve sırasına göre anlatılır. Buna olayların gerçekleşme sırası denir. Romanda olayların bir ana olay etrafında gelişip sıralanması ile oluşan yapı unsurudur. Ana olay etrafında yer alan her bir olay halkası kahramanların bir yönünü tanıtır. Kişiler Romanda anlatılan olayları gerçekleştiren kahramanlardır. Gerçek hayatta rastladığımız ya da rastlayabileceğimiz kişilerdir. Metindeki rol dağılımlarına göre kişiler; başkahraman, yardımcı kahramanlar, karşıt güç şeklinde çeşitlenir. Karakter Bir eserde duygu, tutku ve düşünce yönlerinden ele alınan kimseye karakter denir. Tip Hikâye, roman, tiyatro gibi uzun anlatıma dayalı edebî eserlerde kişi kadrosu içinde yer alan ve belli bir düşüncenin, topluluğun zihniyetini ve ideolojinin temsilciliğini yüklenen kişi cimri, otlakçı, mirasyedi tipi gibi. Zaman Bir işin, bir oluşun içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre, vakit Romanda işlenen olayların başlangıcından bitimine kadar geçen süre romanın zamanıdır. Mekân Romanda olayların geçtiği çevre ve yerlerdir. Mekân, olayların gelişimine göre değişiklik gösterir. Mekân, tasvir edilerek okuyucunun zihninde canlandırılır. Kişilerin karakter özelliklerinin belirlenmesinde içinde yaşadıkları mekân da etkili olduğu için romanda mekân betimlemelerine geniş yer verilir. Tema Romanın bütününe hâkim olan temel duygu veya düşüncedir. Tema soyut ve genel bir kavramdır. Metin dışında da var olabilen sevgi, aşk, dostluk, yalnızlık gibi kavramlar temayı oluşturabilir. Konu Temanın somutlaştırılmasıdır Ahmet’in yalnızlığı, köylüler arasındaki düşmanlık vb. Anlatıcı Romandaki olayı anlatan kişidir. Anlatıcı, yazarın kendisi değil, kurmaca bir kişidir. Romanda olaylar birinci veya üçüncü kişi ağzından anlatılır. Bakış açısı Yazarın romandaki kişi, olay, yer ve zamanı ele alış biçimi ve bunlara karşı takındığı tutumdur. Üçe ayrılır 1. Hâkim Bakış Açısı Anlatıcı, olaylara ve kahramanlara hâkimdir. Olayların nasıl gelişeceğini bilir ve görür. Olayları anlatırken kahramanların aklından geçenleri ve psikolojilerini yansıtarak yorumlamalar yapar. Anlatım üçüncü kişinin ağzından yapılır. Örnek Onun fikirlerinde ve duygularında hiçbir şey değişmemiştir. Bu gidişten o da memnun değil, ne bu yaşayış tarzın ne evlerine girip çıkan insanları, o da beğenmiyor. 2. Kahraman Bakış Açısı Olaylar, roman kahramanlarından birinin ağzıyla anlatılır. Olayları yaşayan kahraman, olaylar karşısındaki izlenim ve tutumunu kendi bakış açısıyla yansıtır. Birinci kişili anlatım hâkimdir. Örnek Ve baktım Minderde üst üste konmuş iki yastık. Demek annem biraz rahatsızlanmış ve buraya uzanmış. Masanın yanında rafın önüne çekilmiş bir sandalye. Demek annem en üst raftan bir ilâç şişesi almış. 3. Gözlemci Bakış Açısı Anlatıcı gördüklerini, tanık olduklarını aktarır. Roman kahramanlarının aklından geçenleri bilmez ve tarafsızdır. Olayları ve durumları yorumlamalar yapmadan sadece yansıtır. Anlatıcının anlatımı gördükleriyle sınırlıdır. Anlatım üçüncü kişinin ağzından yapılır. Örnek Birkaç evlik bir yerden geçiyorlardı. Yıkık bir duvarın dibinde yırtık elbiseli, tıraşları uzamış, yüzü kırış kırış, yılgın bir ihtiyar oturuyordu. Başında kirli, beyaz bir papak vardı. Ağzı açıktı; üst damağında tek kalmış, kazma gibi uzamış dişi görülüyordu. Anlatım Teknikleri Anlatma Tahkiye Etme Anlatma tekniğinde okuyucu ile eser arasına anlatıcı girer. Okuyucu hemen her şeyi anlatıcı kanalıyla görür ve öğrenir. Okuyucunun dikkati anlatıcı üzerinde yoğunlaşır. Anlatma; kişi tanıtımı, olay anlatımı, geriye dönüş, iç çözümleme veya özetleme şeklinde olabilir. Kişi Tanıtımı Metindeki kişilerle ilgili okuyucuya tanıtıcı bilgiler verilir. Anlatıcı, metindeki kişileri ayırt edici yönleriyle tanıtır. Örnek Hele bir tanesi vardı, bir tanesi. Çocukları bu işe seferber eden de oydu. Ökseleri cumartesi gecesinden hazırlayan da… Konstantin isminde bir herifti. Galata’da bir yazıhanesi vardı. Zahire tüccarıydı. Kalın, tüylü bilekleri, geniş göğsü, delikleri kapanıp açılan üstü kara kara benekli bir burnu, deriyi yırtmış da fırlamış gibi saçları, kısa kısa bir yürümesi, kalın kalın bir gülmesi… Olay Anlatımı Metindeki olaylar, bir anlatıcı tarafından anlatılır. Örnek Haftada iki gece dostlara danslı çay veriliyor, en aşağı iki üç gece de başkalarının davetine gidiliyordu. Aşağı sofa ile taşlık arasındaki camekân kaldırılmış, delik deşik duvarlar sarı yaldızlı bir kâğıt ile kaplanmıştı. Geriye Dönüş Eserde kronolojik akışın kırılarak geçmişe dönülmesi, geçmişe ait yaşantıların anlatılması tekniğidir. Bu teknikte anlatıcı birinci tekil kişi olabileceği gibi üçüncü tekil kişi de olabilir. Örnek “Şimdi, Ankara’da bulunuyorsunuz, zannedersem.” Demek, Burhan buydu. Selim’in onlara tanıştırmaktan kaçındığı esaslı’ arkadaşlarından biri. Selim, farklı çevrelerdeki arkadaşlarını birbirine tanıştırmayı sevmezdi. “Hoşlanmazsın,” diye kestirip atardı. Yüksek’ arkadaş çevrelerinde üniversite arkadaşlarından utanırdı Selim. “Seni ele vermemizden korkuyorsun,” diye saldırırlardı Selim’e kantinde. Hepimiz, tanımadan, sevimsizliklerine inanırdık bu adamların. Oğuz Atay, Tutunamayanlar İç Çözümleme Kişilerin iç dünyalarının, iç yaşantılarının, hâkim anlatıcı ve bakış açısıyla anlatıldığı psikolojik tahlil tekniğidir. Bu anlatım tekniğinde anlatıcı, kişinin iç dünyasına bütünüyle egemen olan dışarıdan bir unsur olarak etkindir; anlatılan kişi ise edilgendir. Örnek Çerviakov General’e kuşkuyla bakarak “Unutmuş! Ama gözleri sinsi sinsi parlıyor, benimle konuşmak bile istemiyor! Aksırmanın çok doğal bir şey olduğunu söylemeliydim ona. Yoksa kasten tükürdüğümü sanabilir. Şimdi değilse bile sonradan böyle gelir aklına. Oysa hiç istemeden oldu,” diye düşündü. Özetleme Varlığı belirgin şekilde hissedilen anlatıcı olayları, kişileri veya diğer unsurları özetleyerek anlatır. Örnek Ali Rıza Bey, Babıâli yetiştirmelerinden bir mülkiye memuruydu. Otuz yaşına kadar Dâhiliye kalemlerinden birinde çalışmıştı. Belki ölünceye kadar da orada kalacaktı. Fakat kız kardeşiyle annesinin iki ay ara ile ölmesi onu birdenbire İstanbul’dan soğutmuş, Suriye’de bir kaza kaymakamlığı alarak gurbete çıkmasına sebep olmuştu. Pastiş Postmodern romanda çeşitli metin türlerinin biçim ve anlatım özelliklerinin taklit edilmesidir. Binbir Gece Masalları’nda ve halk hikâyelerinde anlatıcı, başkalarından dinlediklerini aktarır. Bunu yaparken de “rivayet ederler ki, derler ki” gibi kalıplaşmış ifadeler kullanır. İhsan Oktay Anar’ın Puslu Kıtalar Atlası adlı romanında biçim ve anlatım özellikleri açısından aynı tekniği kullanması bir pastiş örneğidir “Ulema, cühela ve ehli dubara; ehli namus, ehli işret ve erbab-ı livata rivayet ve ilan, hikayet ve beyan etmişlerdir ki kun-ı kâinattan 7070 yıl, İsa Mesih’ten 1681 ve Hicretten dahi 1092 yıl sonra, adına Kostantiniye derler tarrakası meşhur bir kent vardı.” Latife Tekin Sevgili Arsız Ölüm’de, günümüz romancılarından Gabriel Marguez’in Yüzyıllık Yalnızlık romanındaki doğaüstü olayları olağan ve sıradanmış gibi sunma biçiminden yararlanarak pastiş tekniğinin bir örneğini vermiştir. Parodi Postmodern romanda ciddi sayılan bir eserin bir bölümü veya bütününü alaya alarak biçimini bozmadan ona bambaşka bir özellik vererek biçimle öz arasındaki bu ayrılıktan gülünç etki yaratan bir oyun türüdür. Nazan Bekiroğlu’nun Yûsuf ile Züleyha adlı romanı, içerik yönünden divan edebiyatındaki Yûsuf ile Züleyha mesnevilerini örnek aldığından bir parodi örneğidir. İroni Postmodern romanda birtakım olguları ya da eserleri alaycı bir anlatımla söz konusu etmektir. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü adlı romanında önemsiz bir kurum olan Saatleri Ayarlama Enstitüsünü asrın en büyük, en faydalı kurumu şeklinde tanıtması bir ironi örneğidir. İç Konuşma Romanda kahramanın zihninden geçenlerin, anlatıcının aradan çıkarılarak aktarılması tekniğidir. İç konuşmada genellikle gramer kurallarının tam yansıtılmadığı, günlük konuşmanın doğallığı içindeki ifadelerle oluşturulan cümleler kullanılır. Modernist romanlarda işlenen yabancılaşmış bireyin, bunalımlı ve karmaşık iç yapısını ortaya koymak için iç konuşma tekniğinden yararlanılmıştır. Geriye Dönüş Geriye dönüş, romanda kronolojik olarak genellikle ileriye doğru giden zamanın yer yer geriye dönüşlerle kesilmesidir. Modernist romanlarda bireyin iç dünyasını ve psikolojisini sergilemede işlevsel olarak kullanılan anlatma tekniklerindendir. Bu teknik klasik romandan farklı olarak modernist romanlarda ben anlatıcının yani kahraman anlatıcının bulunduğu ortamdan, içsel kopuşlarla uzaklaşmasını ve kopmasını sağlar. Geriye dönüş tekniği bu yönüyle psikolojik ögelerin yansıtılmasında başarıyla kullanılır. Metinler Arasılık Genel anlamda bir metnin kendinden önce yazılmış metinlerle doğrudan ya da dolaylı olarak ilişki kurması ve bunun eserde yansıtılmasıdır. Üst kurmaca Yazma sürecinin de romanın konularından biri olarak kurgulanmasıdır. Bu teknik, roman teorisini roman pratiği içinde göstermektir. Örneğin bir polisiye roman içinde polisiye roman türünün özelliklerinin de romanın içinde yer alması üst kurmacadır. Üst kurmaca her bir romanda, yazarın belirlemesiyle farklı biçim ve yoğunlukta yer alabilir. Üst kurmaca, postmodernist yazarların romanı oyunlaştırma isteklerine en uygun tekniklerden biridir. Bu teknikte anlatıcı, kurmacanın etkin bir figürü haline gelerek doğrudan veya dolaylı olarak okurla iletişim kurar. Ahmet Mithat Efendi’nin Müşehadat adlı eseri ile Aka Gündüz’ün Zekeriya Sofrası adlı eserinde bu nitelik görülür. Kolaj Herhangi bir konuda farklı yazar, şair ya da kaynaklardan derlenen alıntıların bir araya getirilerek metne yansıtılmasıdır. Edebî Akımlara Göre Romanlar Klasik Roman Fénelon Fenelon Télémaque Telemak Romantik Roman Victor Hugo’nun, Cromwell adlı oyununda ilkelerini ortaya koyduğu bir edebiyat akımıdır. Romantizm, XIX. yüzyılın başından ortalarına kadarki dönemde hemen hemen bütün Avrupa’da hâkim olan sanat/edebiyat akımıdır. Akıl ve sağduyuyu önemseyen klasisizm akımına bir tepki olarak çıkan romantizm; tarihî, dinî ve millî değer ve duyguların, tabiata yönelişin, kişisel yorumların, abartılı duyguların, ideallerin hâkim olduğu bir kötümserlik, hüzün ve melankoli ön Wolfgang Goethe Yohen Volfgang Göte, François Rene de Chateaubriand Fransua Rene de Şatöbiriyan, Walter Scoot Voltır Sıkut, Alphonse de Lamartine Alfons de Lamartin, Alexandre Serguievitch Puşkin Aleksandır Serguvic Puşkin, Alexandre Dumas Aleksandır Duma, Victor Hugo gibi sanatçılar romantizm anlayışına bağlı olarak eser vermişlerdir. VİCTOR HUGO 1802-1885 Fransız edebiyatının önemli yazarlarından biri olan sanatçı, edebî ününü şiirleri ve oyunları ile kazandı. Romantizmin ilkelerini ortaya koydu. Toplumsal sorunlar ve politikayla yakından ilgilendi. 1848 ayaklanmalarının ardından kurucu meclise katıldı, daha sonra milletvekilliği yaptı. I’Evenement adlı bir gazete çıkardı. 1852’de Louis Bonaparte’ın imparatorluğunu ilan ettiği hükûmet darbesine karşı çıktığı için sürgün edildi. Cezası 1859’da sona erdi fakat imparatorluk yıkılana kadar gönüllü olarak sürgünde kaldı. 1831 yılında yayımlanan romanı “Notre Dame’ın Kamburu”, klasik edebiyatın şaheserleri arasında yer aldı. Birçok türde eser veren sanatçının Akşam Şarkıları, Işık ve Gölgeler şiir; Hernani, Kral Eğleniyor tiyatro; Notre Dame de Paris, Sefiller roman türündeki eserlerinden bazılarıdır. Realist Roman Gözlemlere yer veren romancılık anlayışıdır. Realistler olayları tarafsız bir gözlemci gözüyle yansıtmayı ilke edinirler. Rus edebiyatında Lev Nikolayeviç Tolstoy Lev Nikolayevik Tolstoy “Savaş ve Barış”, Fiodor Mihayloviç Dostoyevski Fiyodor Mihayloviç Dosteyevski “Suç ve Ceza”, İvan Turgenyev “Babalar ve Oğulları”, Nikolay Gogol “Ölü Canlar”Fransız edebiyatında Stendhal Stendal “Kırmızı ve Siyah”, Balzac Balzak “Vadideki Zambak”İngiliz edebiyatında Charles Dickens Çarls Dikıns “İki Şehrin Hikâyesi” adlı eserleriyle yüzyılın önemli realist yazarları arasında yer alırlar. Natüralist Roman Gözlemin yanında deney ve soyaçekime önem veren bir edebi akımdır. Gusatave Falubert “Mademe Bovary”, Emile Zola’nın “Nana” isimli eserleri önemli natüralist romanlardır. Egzistansiyalist Roman Bulantı-Sartre Sartr Modern roman Ulysses Yulises-James Joyce Ceymis Coys Postmodern roman Gülün Adı-Umberto Eco Umberto Eko Türk Edebiyatı Romancılık Dönemleri ve Anlayışları Tanzimat Romanı Tanzimat edebiyatı, Tanzimat’ın ilânından yirmi yıl kadar sonra 1860’ta Şinasi’nin Agâh Efendi ile Tercümân-ı Ahvâl gazetesini çıkarmasıyla başlayan ve 1895’e kadar süren edebî dönemin adıdır. Türk edebiyatında önemli bir anlatım birikimi ve geleneği olmakla birlikte roman türünün ilk örnekleri önce çeviri, sonra da Batı romanlarının taklit edilmesi yoluyla bu dönemde oluşturulmuştur. İlk Çeviri Roman Yusuf Kamil Paşa Telemakİlk yerli roman olan Şemsettin Sami Taaşşuk-ı Tal’at ve Fıtnatİlk edebî roman Namık Kemal İntibahNamık Kemal’in İntibah’ında babasından kalan mirası yiyip yoksulluğa düşen Ali Bey serüveni Realis Roman Recaizade Mahmut Ekrem Araba Sevdasıİlk Natüralist Roman Nabizâde Nazım ZehraNabizade Nazım’ın Zehra’sında servetini Beyoğlu’nda bitirip parasız kalan Suphi tipi anlatılmaktadır.. İlk Cariyelik Konulu Roman Sami Paşazâde Sezâî Sergüzeştİlk Batılılaşma Sorununu İşleyen Roman Ahmet Mithat Efendi Felâtun Bey ile Râkım Efendi Ahmet Mithat Efendi’nin özlediği ve bunun için idealize ettiği Osmanlı efendisi, Râkım Efendi tipinde kişilik kazanır. Râkım Efendi, çalışkanlık ve tutumlulukla mutluluğa kavuşanların sembolü iken Felâtun Bey, tembellik ve israfla hayatını tüketen insanların temsilcisidir. Servet –i Fünun Dönemi Romanları Servetifünun topluluğu 1896-1901 yılları arasında Servetifünun dergisi etrafında toplanan edebiyatçılardan oluşmuştur. Edebiyatıcedide adıyla da anılan bu topluluk Tevfik Fikret, Cenap Şahabettin, Halit Ziya Uşaklıgil, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit Yalçın, Süleyman Nazif, Ahmet Şuayp, Hüseyin Suat Yalçın gibi sanatçılardan Dönemi’nde yazılan romanlar arasında Halit Ziya Uşaklıgil’in Aşk-ı Memnu, Kırık Hayatlar, Nemide; Mehmet Rauf’un Eylül, Ferdâ-yı Garâm, Bir Aşkın Tarihi; Hüseyin Cahit Yalçın’ın Nadide, Hayal İçinde adlı eserleri Edebiyatı Dönemi’nde görülen, anlatıcının araya girip okurla sohbet etmesi, bilgiler aktarması, gerçeği zorlayan tesadüfler ve kişilerin idealize edilmesi gibi kusurlar; Servetifünun romanında oldukça azalmıştır. Olay örgüsü, karakterlerin canlandırılması ve çevre tasvirleri bakımından daha sağlam, daha gerçekçi ve Batı tarzına uygun eserler kaleme alınmıştır. Halit Ziya Uşaklıgil Mai ve Siyah Bu roman bir dönem romanıdır. Realizm akımının özelliklerini başarıyla kullanmıştır. Romanda Ahmet Cemil’in yaşadığı hayal kırıklığı, sebepleriyle birlikte başarıyla verilmiştir. Mai ve Siyah’ta renkler birer sembol olmuştur. Genç bir şairin mavi hülyalardan siyah felakete doğru gidişini konu edinen romanda Ahmet Cemil, yalnız iç dünyası ile değil bu dünyanın içinde yer aldığı çevresi ile birlikte verilmiştir. Milli Edebiyat Romanı Millî Edebiyat Dönemi, 1911’den 1923 yılını -Cumhuriyet’in ilanına kadar geçen süreyi- kapsayan edebî dönemdir. II. Meşrutiyet’in ilan edilmesiyle başlayan “Türkçülük” akımı, “edebiyatta millî kaynaklara dönme” fikrini beraberinde getirmiştir. Bu anlayış doğrultusunda eserler veren sanatçılar, sade dil kullanmaya ve eserlerinde yerli hayatı konu edinmeye başlamışlardır. Bu amaçla Arapça-Farsça kelimelerden uzak, saf Türkçe kelime kullanımını hayatı ele alma konusunda Mehmet Emin Yurdakul, Mehmet Âkif Ersoy gibi şairler ile Refik Halit Karay, Reşat Nuri Güntekin gibi roman ve hikâye yazarları ön plana çıkmışlardır. Tanzimat ve Servetifünun dönemlerinde hikâye ve romanda konu edilen olaylar için mekân İstanbul iken Millî Edebiyat Dönemi’nde İstanbul’un dışına çıkılmıştır. Yurdun her bir köşesi mekân olarak kullanılmış, köy ve taşra hayatı da edebiyattaki yerini almıştır. Böylelikle her tabakadan insanın yaşantısı, roman ve hikâyede konu olarak Edip’in Ateşten Gömlek, Vurun Kahpeye; Yakup Kadri’nin Yaban; Samim Kocagöz’ün Kalpaklılar; Kemal Tahir’in Yorgun Savaşçı; Tarık Buğra’nın Küçük Ağa gibi eserleri Kurtuluş Savaşı’nın işlendiği eserlerden bazılarıdır. Millî Edebiyat Dönemi roman ve hikâye yazarları arasında Ömer Seyfettin, Halide Edip Adıvar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Refik Halit Karay, Aka Gündüz gibi isimler yer alır. Bu dönemde yer alan sanatçıların büyük bir kısmı Cumhuriyet Dönemi’nde de eserler vermiştir. Millî Edebiyat Dönemi yazarlarından Halide Edip Adıvar’ın Ateşten Gömlek adlı eser Kurtuluş Savaşı’nın konu edildiği roman örneklerindendir. Eserde, İzmir’den sonra İstanbul’un işgal edilmesi; “Cemal, İhsan, Peyami ve Ayşe” gibi vatanseverlerin Anadolu’ya geçerek kurtuluş mücadelesine katılmaları; çetelerle yapılan mücadeleler konu edilmiştir. Cumhuriyet Dönemi’nde Roman 1923-1950 Millî Edebiyat sanatçılarının da eser vermeye devam ettiği Cumhuriyet Dönemi’nin ilk yıllarında daha çok, gözlemci gerçekçiliğe dayalı romanlar yazılmıştır. Bu dönemde sanatçılar romanlarında Cumhuriyet devrimlerini, yeni kurum ve değerleri ele alan romanlar yazmıştır. 1923-1950 arasında roman, farklı biçim ve tekniklerle gelişerek Türk edebiyatındaki varlığını sürdürmüştür. Bu dönemde Yakup Kadri Karaosmanoğlu Yaban,Yaban, Türk edebiyatında Kurtuluş Savaşı’nı konu edinen romanlardan biridir. Yazar, bu eserini Millî Mücadele sırasında yaşayıp gördüklerinden yararlanarak yazmıştır. Romanda Anadolu coğrafyasının hazin manzarası eşliğinde köylünün içinde bulunduğu yozlaşma ve sefaleti Nuri Güntekin Yaprak Dökümü,Abdülhak Şinasi Hisar Fahim Bey ve Biz, Çamlıca’daki Eniştemiz,Peyami Safa Dokuzuncu Hariciye Koğuşu,Sabahattin Ali Kuyucaklı Yusuf,Ahmet Hamdi Tanpınar Huzur adlı eserleri roman türünün tanınmış örneklerindendir. Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur adlı romanında Cumhuriyet aydınları bağlamında Türk toplumunun tarihî, kültürel, sosyal dokusuna ait değerleri tartışır Hepsi bir medeniyet çöküntüsünün yetimleridir. Bu insanlara yeni hayat şekilleri hazırlamadan evvel, onlara hayata tahammül etmek kudretini veren eskilerini bozmak neye yarar. Yazar, eskiye ait değerlerle yeni medeniyetin getirdiği değerler ve yaşam biçimleri arasında bir uyum kurarak kendi iç huzurunu sağlamaya çalışan aydınları anlatır. Ayrıca savaş, yoksulluk, hastalık, ölüm, sanat, tabiat, aşk gibi temaları da iç içe verir. Kahramanlar Mümtaz, Nuran Cumhuriyet Dönemi’nde Roman 1950-1980 1950-1980 arasında roman türü farklı eğilimlerle toplumcu gerçekçi, bireyin iç dünyasını esas alan, modernist, millî ve dinî duyarlılıkları yansıtan gelişimini sürdürmüştür. Kemal Tahir, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Samim Kocagöz, Fakir Baykurt gibi toplumcu gerçekçi yazarlar; toprak kavgaları, tarımın makineleşmesi, köyden kente göç gibi toplumsal konuları romanlarında ele almışlardır. Peyami Safa, Abdülhak Şinasi Hisar, Ahmet Hamdi Tanpınar, Tarık Buğra, Samiha Ayverdi bireyin iç dünyasını esas alan romanlar yazmışlardır. Yusuf Atılgan, Oğuz Atay, Ferit Edgü, Adalet Ağaoğlu modernist çizgide romanlar vermişlerdir. Hüseyin Nihal Atsız, Mustafa Necati Sepetçioğlu, Bahaeddin Özkişi, Münevver Ayaşlı, Emine Işınsu, Sevinç Çokum millî ve dinî duyarlılıkları yansıtan romanlar yazmışlardır. Kemal Tahir’in Devlet Ana, Yorgun Savaşçı;Orhan Kemal’in Cemile, Murtaza;Orhan Kemal’in toplumcu gerçekçi anlayışla yazdığı Murtaza adlı roman, 1952 yılında önce gazetede tefrika edilir ve aynı yıl kitap olarak yayımlanır. Eser eklemeler yapılarak 1969’da yeniden yayımlanır. Büyük ilgi gören roman 1965’te Murtaza, 1984’te ise Bekçi adıyla iki kez sinemaya uyarlanır; tiyatro eseri olarak da sahnelenir. Romandaki olaylar, II. Dünya Savaşı sonrasında, Adana’da geçmektedir. Yazar; bu eserinde bir fabrikada gece kontrolörü olan, görevini her şeyin üstünde tutan, saf bir adam çevresinde gelişen olayları toplumcu gerçekçiliğe bağlı kalarak Kemal’in İnce Memed, Yılanı Öldürseler;Fakir Baykurt’un Tırpan, Yılanların Öcü;Peyami Safa’nın Yalnızız;Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü;Tarık Buğra’nın Küçük Ağa, İbişin Rüyası;Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam, Anayurt Oteli;Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar, Bir Bilim Adamının Romanı;Ferit Edgü’nün Hakkâri’de Bir Mevsim;Adalet Ağaoğlu’nun Fikrimin İnce Gülü, Bir Düğün Gecesi;Hüseyin Nihal Atsız’ın Ruh Adam;Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun Kilit, Çatı;Bahaeddin Özkişi’nin Sokakta, Köse Kadı adlı eserleri bu dönemde roman türünün tanınmış örneklerindendir. Kuşak Romanları Mithat Cemal Kuntay’ın 1938 yılında yayımlanan “Üç İstanbul” adlı romanı. Yazar; eserde bir bölümünü yakın çevresinden seçtiği kahramanlarla II. Abdülhamit, II. Meşrutiyet ve Mütareke dönemlerinin İstanbul’unu anlatmıştır. Romanda Adnan karakteri üzerinden toplumun yaşamış olduğu bu üç ayrı dönem ve bu dönemlerde meydana gelen değişim ele alınmıştır. Bu üç dönem içerisinde toplumun her yönüyle çürümesi, romana büyük bir başarıyla yansıtılmıştır. Romanın başkarakteri Adnan’dır. Üç İstanbul ’da “Belkıs, Süheyla, Şair Raif, Hidayet, Tevfik Hoca, Dağıstanlı Hoca, Salih Zeki, Maliye Nazırı” gibi çok sayıda roman kişisi yer almaktadır. Roman kişileri arasında edebiyat çevresinden kişiler de vardır. Örneğin Mehmet Âkif Ersoy, Şair Raif adıyla romanda yer almıştır. Türk edebiyatında bir kişinin ya da ailenin değişimini kuşaklar üzerinden anlatan Üç İstanbul gibi başka romanlar da vardır. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “Kiralık Konak”, Orhan Pamuk’un “Cevdet Bey ve Oğulları” bu tarz romanlar arasında sayılabilir. Kurtuluş Savaşı Romanları Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Yaban, Halide Edip Adıvar’ın Ateşten Gömlek ve Vurun Kahpeye, Kemal Tahir’in Yorgun Savaşçı, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Sahnenin Dışındakiler, Tarık Buğra’nın Küçük Ağa adlı romanı aynı konuyu ele alan eserlerdir. Ulusçu Bakış Açısı Sevinç Çokum d. 1943 Romanlarında sosyal ve tarihsel konulara yer verir. Konusunu yaşadığı dönemin sosyal ve siyasal olaylarından alan Zor’un ardından yazdığı belgesel hüviyetli Ağustos Başağı’nda Millî Mücadele döneminde cephede ve cephe gerisinde yaşanan olayları; Çırpıntılar’da parçalanmış aileleri ve göç dramını Avustralya’da ayakta kalmaya çalışan bir ailenin serüvenini anlatır. Biyografik Roman Türk edebiyatında biyografik türünde asıl ilk örnek, Hasan Âli Yücel’in 1897- 1963 yazdığı Goethe Bir Dehanın Romanı 1932 başlığını Emin Erişirgil’in 1891-1965 Ziya Gökalp Bir Fikir Adamının Romanı 1951 ve Mehmet Âkif İslâmcı Bir şairin Romanı 1956İlhan Selçuk’un 1925-2010 Yüzbaşı Selahattin’in RomanıHalikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın 1886-1973 Uluç Reis 1962 ve Turgut Reis 1966 romanlarıTahir Alangu’nun 1916-1973 Ömer Seyfettin Ülkücü Bir Yazarın RomanıOğuz Atay 1934-1977 imzalı Bir Bilim Adamının Romanı-Mustafa İnan 1975 romanı İslami Roman Rasim Özdenören Gül Yetiştiren Adam Yayımlanmış tek romanı Gül Yetiştiren Adam’da 1979 dindar kimliği sezdirilen kahramanın modernleşme, yanlış Batılılaşma ve kültürel yozlaşma karşısında kendi değerlerine sadık kalma çabasını hikâye eder. İskender Pala 1957- Eski edebiyatın anlatma formlarından yararlanarak divan kültüründen beslenen tezli romanlar kaleme alır. İlk romanı Babil’de Ölüm İstanbul’da Aşk 2003 bilimkurgu, mesnevi ve post-modern romanın kesiştiği bir eserdir. Romanda olay örgüsü, Fuzulî’nin sırrını saklayan Leyla ile Mecnun mesnevisi çevresinde romanı Katre-i Matem 2009, Lâle devrinde geçen gizemli bir olayı anlatır. Türk Oğuz Atay, Ferit Edgü, Vüs’at O. Bener, Demir Özlü edebiyatında özellikle 1950’li yıllarda örneklerini görmeye başladığımız modernist anlayışla eser veren sanatçılar arasında gibi isimler sayılabilir. Modernizm Akımı ve Modernist Roman XX. yüzyılda ortaya çıkan kuantum fiziğinin getirdiği bulgular, Heisenberg’in Hayzınberg Belirsizlik Kuramı ve Einstein’ın Aynştayn Görecelik Kuramı, insanoğlunun gerçek algısının parçalanması ve belirsizleşmesi sonucunu doğurmuştur. Bu yeni duruma göre gerçek; göreceli, parçalı bir olasılıktan başka bir şey değildir. Bilimsel alanda meydana gelen bu değişimin yanı sıra insanın kavrayamadığı karmaşıklıkta yeni teknolojik ürünlerin ortaya çıkması, insanoğlunun kendi ürettiği bu ürünler karşısında yabancılaşmasına, kendisini zayıf ve değersiz hissetmesine neden olmuştur. Bütün bu olgulardan başka I. Dünya Savaşı’nın getirdiği yıkım ve felaketler insanın hayata karşı iyimserliğini, inancını temelden sarsmıştır. Modernist roman; bu yeni olgu ve gelişmelere koşut olarak parçalanmış gerçeklik karşısında kuşkucu ve tedirgin olan, iç dünyasına çekilen, yabancılaşan, toplumla çatışan, karamsar, bunalımlı, zayıf bireyi konu edinmiştir. Bu roman anlayışında kronolojik zamanda geriye dönüşler yapılmış, geleneksel anlatım ve yapıdan uzaklaşılmış, olay örgüsü ve mekân önemini kaybetmiştir. Modernist romancılar daha çok şiirsel söyleyişten, çağrışımlardan, mitlerden, alegorik anlatımdan yararlanmışlar; iç çözümleme, iç konuşma, bilinç akışı, geriye dönüş gibi anlatım tekniklerine başvurmuşlardır. Modernist romanın Batı edebiyatındaki temsilcileri; James Joyce Ceymis Coys, Franz Kafka Franz Kafka, Virginia Woolf Vircinya Volf, Marcel Proust Marsel Prost, Robert Musil Robert Muziil, William Faulkner Vilyım Folknır gibi yazarlardır. Türk edebiyatında ise Yusuf Atılgan, Oğuz Atay, Ferit Edgü, Adalet Ağaoğlu, Mehmet Eroğlu gibi yazarlar modernizmin etkilerini yansıtan eserler vermişlerdir. Oğuz Atay Tutunamayanlar Roman, genç bir gazetecinin yazdığı Sonun Başlangıcı adlı ön sözle başlar. Bu ön söze göre gazeteci, bir tren yolculuğu sırasında Turgut Özben adında bir mühendisle adlı roman modernizm akımının etkilerini yansıtmaktadır. Romanda kronolojik zaman akışında görülen kırılmalar; olay örgüsü, mekân gibi unsurlardan çok bireylerin iç dünyalarının, bunalım ve huzursuzluklarının, toplumla çatışmalarının öne çıkarılması; şiirsel söyleyişe, çağrışımlara yer verilmesi gibi özellikler bu romanın yapısını şekillendiren, modernist romanda bu özelliklerin yanı sıra modern romana özgü iç çözümleme, iç konuşma, bilinç akışı, geriye dönüş gibi teknikleri de adlı romanında yazar; yaşadığı toplumla uyuşamayan, onun yapay dünyasıyla çelişen ve bu yüzden hayata tutunamayan insanları konu edinmiştir. İç konuşma ve bilinç akışı gibi modern romana özgü anlatım tekniklerini kullanmıştır. Modernist romancılar; eserlerinde insanlarla sağlıklı ilişkiler kuramayan, toplumsal değerlerle çatışmalar yaşayan kahramanları sıklıkla işlemişlerdir. Yusuf Atılgan, Aylak Adam ’da ve diğer romanı Anayurt Oteli ’nde yarattığı kahramanlarla yabancılaşma ve yalnızlık temasını başarıyla işlemiştir. Aylak Adam ’ın kahramanı C. de yalnızdır. Babasından kalan mülklerin geliriyle herhangi bir işte çalışmadan yaşayan C., çağdaş bireyi bütün trajedisiyle yansıtmaktadır. C. yalnızlık, bunalım ve yabancılaşma temalarını temsil etmesiyle daha sonra yazılacak romanların benzer kişilerinin de öncülüğünü yapmıştır. Aylak Adam ’da bireyin iç dünyası başarıyla yansıtılırken modern psikolojiden de yararlanılmıştır. Romanda kadınlarla kurduğu ilişkiler, sert bir baba ve yumuşak anne/teyze kahramanlarına göndermeler yapılarak psikanalitik çözümlemeye yaslanacak şekilde anlatılmıştır. Aylak Adam ’da iç konuşma, geriye dönüş gibi modernizm akımının romanda sık kullandığı anlatım tekniklerine yer verilmiştir. Aylak Adam romanında kahraman C. yer yer kendi zihninde geriye dönüşler yaşar ve babası, teyzesi ve annesiyle ilgili anlık hatırlamalarıyla iç dünyasının sırları hakkında önemli ipuçlarını ortaya koyar. Postmodern Roman 1980’li yıllarda globalizm ve çoğulculuk düşüncelerinden etkilenilerek ortaya çıkan romancılık akımıdır. Bu romancılık anlayışında parodi, pastiş, metinlerarasılık vb. teknikler kullanılır. Türk edebiyatında İhsan Oktay Anar, Hasan Ali Toptaş, Oğuz Atay, Nedim Gürsel, Orhan Pamuk, Bilge Karasu, Pınar Kür, Selim İleri, İnci Aral, Buket Uzuner gibi birçok sanatçının romanlarında postmodernizm akımının etkileri görülmektedir. Latife Tekin Sevgili Arsız Ölüm Romanın karakterlerinden Huvat Aktaş, Alacüvek köyündendir. Arada bir köyüne gidip gelmekle birlikte aslında şehirde izolasyon ve boya işleri yapar. Huvat; şehirden köyüne gelirken köylülerin ilgisini çekeceğini düşündüğü soba, radyo gibi eşyalar getirir. Bir gün köye mavi bir otobüsle gelir. Otobüs, ilk defa böyle bir araç gören köylüler tarafından çok ilgi akımının özelliklerinin görüldüğü bu romanda köyden kente göç, aile içi çatışmalar, bir ailenin çözülüşü gibi gerçekler farklı bir bakış açısıyla olaylar parça parça ve birbirinden kopuk biçimde sıralanmıştır. Okur, bilincinde parçaları birleştirir. Böylece postmodernist romanlarda sıkça rastlanan okuru metnin içine çekme, metnin bir parçası yapma sağlanmış duygusu uyandıran ayrıntılardan bilinçli bir şekilde kaçınılmıştır. Bu şekilde romanın kurmaca olduğu okura metinde dikkat çeken önemli özelliklerden biridir. Bir durumu abartarak gülünç hale getirmek, absürt durumlar yaratarak eğlendirmek metnin mizahi yönünü gösteren unsurlardan zaman, mekân, olay örgüsü, karakter gibi temel ögeleri halk edebiyatına özgü bir anlatımla verilmiştir. Anlatım, masal ve halk hikâyesi gibi türlere ait unsurlarla zenginleşir. Yazar bu unsurları postmodern anlayışa özgü bir üslupla anlatır. Çünkü postmodernizm, eserin gerçekliğini kuşkulu ve sorgulanır hâle getirir. Metinde halk hikâyesinin özellikleriyle modern romanın özellikleri iç içe ve zamanda belirsizlik, olaylar arasında neden – sonuç ilişkisinin olmaması, sıra dışı olaylar, karakterlerin iç dünyasını, psikolojilerini çözümlemekten kaçınılması, somut bir dil kullanılması, karakterlerin davranışlarının betimlenmesi gibi unsurlar; metni destan, halk hikâyesi, efsane, masal gibi türlere yaklaştırır. Yazar düş ile gerçeği kendine özgü deyişlerle canlı ve etkili bir dille anlatmıştır. Bu anlatım özellikleriyle yenilikçi olan eser, 1980’lerde gerçekçi Türk roman geleneğinin sınırlarını aşarak Türk edebiyatındaki yerini almıştır. Cumhuriyet Dönemi Türk edebiyatında 1980’den sonra postmodernizm akımı etkili olmaya başlamıştır. Modern sonrası anlamına gelen postmodernizme göre hayat bir oyundur. Postmodernist romancılar; bir kısmını modernizmden devraldıkları metinler arasılık, kolaj, pastiş, üst kurmaca, parodi gibi anlatım tekniklerini yeni bir yorumla eserlerinde kullanmışlardır. Modernizmde de rastladığımız metinler arasılığı, postmodernist yazarlar zenginleştirerek kullanmaya devam etmişlerdir. Orhan Pamuk Kara Kitap Kara Kitap’ta on dokuzuncu yüzyıl yalınkat gerçekliğinden hissederek veya bilinçle veya içgüdüyle kurtulmaya çalıştığını söyleyen Pamuk, 1990 yazar için, doğunun mistisizmine yönelmek çıkış noktalarından çocukluk aşkı, arkadaşı, amcasının kızı, sevgilisi ve kayıp karısı Rüya’yı karlı bir kış günü İstanbul’da aramaya başlar. Okur, bu gizemli âlemin işaretleriyle dolu İstanbul’da, Galip’in araştırmalarını ve karşılaştığı kişileri izlerken, bir yandan da bu araştırmaları değişik işaretler ve tuhaf hikâyelerle tamamlayan köşe yazarı Celâl’in satırlarıyla karşılaşır. Bu araştırma Galip’i hem Rüya’ya hem de sanki hayatın içine gömülen kayıp esrara doğru çekecektir. Bu gizemli dünyanın kapılarını aralayacak olan sembollerin dilidir. Hasan Ali Toptaş Bin Hüzünlü Haz Romanın önemli tek kişisi Alaaddin gerçekçi bir kişi değil, bir simgedir. Fakat bu simgenin belli bir gösterileni yoktur; bu simge “her şeyi” göstermek üzere kurulmuş, değişmesi de her an muhtemel olan bir yüzer gezer bir simgedir. İhsan Oktay Anar Puslu Kıtalar Atlası Puslu Kıtalar Atlası’nın bilgisel arka planında mitolojiden, dine, efsanelerden, olguya, felsefeden, keşif ve rüyaya, modern bilimlerden mistik öğretilere kadar bir yığın kaynak Kıtalar Atlası, belirli bir anlamı sürekli kaybettirerek; herhangi bir gerçekliği temsil etmek yerine, istenildiği kadar gerçeklik kurulabileceğini göstererek var olan bir “anlatı”dır. Aşağıdakilerden hangisi postmodern roman eleştirisiyle ilişkili kavramlardan biri değildir? A Üst kurmaca B Metinler arasılık C Tekil bakış açısı D Çoğulcu bakış açısı E Metinsel yapıyı inceleme Dünya Edebiyatında Roman İspanyol yazar Cervantes’in Servantes Don Quijote Don Kişot adlı eseri, roman türünün başarılı ilk örneği kabul edebiyatında Victor Hugo’nun Viktor Hügo Sefiller, Notre Dame’ın Notr Dam Kamburu; Balzac’ın Balzak Vadideki Zambak, Goriot Goryo Baba; Flaubert’in Flober Madam Bovary Madam Bovari, Stendhal’ın Stendal Kırmızı ve Siyah, Zola’nın Zola Nana Nana;Alman edebiyatında Goethe’nin Göte Genç Werther’in Vertha Acıları, Thomas Mann’ın Tomas Man Buddenbrook Budenbrok Ailesi;İngiliz edebiyatında Charles Dickens’ın Çarlz Dikınz İki Şehrin Hikâyesi, Oliver Twist Olivır Tivist; Daniel Defoe’nun Denyıl Difo Robinson Crusoe Rabinsın Kruzo;Rus edebiyatında Dostoyevski’nin Suç ve Ceza, Karamazov Kardeşler; Tolstoy’un Anna Karenina, Savaş ve Barış; Gogol’un Ölü Canlar; Gorki’nin Ana, Benim Üniversitelerim; Turgenyev’in Babalar ve Oğullar;Amerikan edebiyatında Jack London’ın Cek Landın Vahşetin Çağrısı, Beyaz Diş; John Steinbeck’in Fareler ve İnsanlar, Gazap Üzümleri; Ernest Hemingway’in Örnıst Hemingvey Yaşlı Adam ve Deniz, Çanlar Kimin İçin Çalıyor;Kırgız Edebiyatında Cengiz Aytmatov’un Gün Olur Asra Bedel, Beyaz Gemi adlı eserleri dünya edebiyatında roman türünün tanınmış Hemingway, 1952’de yazdığı Yaşlı Adam ve Deniz adlı romanında yaşlı bir balıkçının okyanusta geçen mücadele dolu birkaç gününü anlatmıştır. Bu romanda yazar kendi maceracı kişiliğini de yansıtmıştır. Eserde yenilgi, galibiyet, korku, cesaret, merhamet, talih gibi temalar çevresinde insanın mücadeleci yönü yansıtılmıştır. Bu eser, yazarın Nobel Edebiyat Ödülü’nü almasında önemli bir rol oynamıştır. Eser, birkaç kez sinemaya uyarlanmıştır. Faysal DAL Eski Türk Edebiyatına Giriş Söz Sanatları Eski Türk Edebiyatında İfade Şekilleri ve Anlam Sanatlarına Giriş Îcâz ve İtnâb Belâgatte bir cümlede kullanılan sözcüklerin ifade edilmek istenen maksada göre azlık ya da çokluğunu veya cümlenin uzunluk ya da kısalığını belirtmek için üç ayrı ölçüt vardır Müsâvât Sözü güzel ve maksada uygun olarak ifade edebilen birinin, muhatabının durumunu göz önünde bulundurarak maksadını sıradan insanların günük hayatta kullandıkları sözlerle ifade etmesidir Belâgatte îcâza büyük önem verilmiştir. Bir ibarenin uzunluk ve kısalığını belirlemenin ölçütü, günlük dildir. Sözün muktezâ-yı hâl = sözün gereğie uygun olarak ifade edilmiş olup olmaması da bu konuda esas alınan ikinci derecede başka bir ölçüttür. Îcâz Şiir dilinin en önemli özelliklerinden biri, kısa ve eksiltili anlatımdır az sözle çok anlam ifade edebilme gayreti. Bir düşünceyi ifade etmede kullanılan az sayıda kelime ya da kısa bir ibare asıl söylenmek isteneni ifadeye yetiyorsa bu îcâz söze güzellik katar; yetmiyorsa, îcâz-ı muhill =anlamı bozan îcâz ya da ihtisâr-ı muhill =anlamı bozan kısaltma adını alır ve bir kusur sayılır. Îcâz, îcâz-ı hazif ve îcâz-ı kısar olmak üzere ikiye ayrılır. Îcâz-ı Hazif =Eksiltmeyle yapılan îcâz Sözden kelime ya da cümle çıkarma yoluyla yapılır. Bu tür îcâzda, ibarede eksiltme yapıldığının belli olması, anlaşılması gerekir. Darb-ı meseller, îcâzın bu türünün en iyi örnekleridir. Îcâz-ı Kısar Az ve öz söz söyleyerek yapılan îcâzdır. Sözün az, anlamın çok olmasıdır. Veciz sözler bu türün örnekleridir. Îcâz, belâgatte söz ve anlam ilişkisinin konu edildiği i’tilâf ve haşvin yanı sıra sanatlı ifade yolları olan mecâz ve kinâye ile de yakından ilgilidir. İtnâb Maksadı ifadede alışılagelen ibareden fazla kelime kullanıldığında, eğer bu kelimelerin cümledeki anlama katkısı varsa ya da muhatabın durumu bunu gerektiriyorsa, bu itnâb kusur değildir; söze güzellik katar. Fakat bu fazlalık bir yarar sağlamıyorsa tatvîl =sözü uzatma kabul edilerek itnâb-ı mümill =bıktırıcı uzatma adını alır ve kusur sayılır. Anlama olumlu bir katkısı olmayan tekrîr =yineleme de bu açıdan tatvîl sayılır. a Geneli ifade eden bir sözden sonra özeli ifade eden bir söz söylemek “Hepiniz gelin, Osman sen de gel” cümlesinde olduğu gibi. b Özeli ifade eden bir sözden sonra geneli ifade eden bir söz söylemek “Ayşe, Osman herkes bugün buraya geldi” cümlesinde olduğu gibi. c Kapalı bir ifadeden sonra söylenene açıklık getirmek “İnsanın iki şeyin değerini kaybetmeden bilmesi lazım; biri sağlık diğeri de ölümlü olduğunun idraki”. d Tekrîr/tekrâr Bir kelime veya kelime gurubunu anlamı güçlendirmek amacıyla tekrarlamaktır. e Cümle-i mu’terize kullanmak Bir cümle içerisinde ara cümle kullanmaktır. Uzun metrajlı hemen bütün cümlelerde karşımıza çıkabilir. f Ekleme Cümle tamamlandıktan sonra o cümleyle ilgili ayrı bir cümle daha söylemektir. İtnâbda muhatabın durumu ve vurgulanmak istenen husus önemli rol oynar. Bu ihtiyacı karşılayan itnâb, üsluba güzellik katan bir özelliktir. Bir söze itnab niteliği veren söz ya da sözlere haşiv /haşv denir. “Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum” Her iki mısrada da asıl anlam ilk kelimelerle verilmektedir. Bununla birlikte “sokakta” ve “yürüyorum” sözcükleri kapalı ifadelerdir, açıklanmaya ihtiyaçları vardır. Bu sözcüklerden sonra gelen ifadeler bu iki sözcüğü anlamlandırmaktadır. Şairin önce kapalı bir söz söyleyip daha sonra da buna açıklık getirmesi =îzâh ba’de’l-ibhâm ise mısralara etkileyicilik kazandırmaktadır. Beyân Asıl anlamı “ortaya çıkmak, görünmek, zahir olmak, açıklamak, maksadı ortaya koymak”tır. Beyân söz ile anlam arasındaki ilginin niteliklerini ele alır ve araştırır. Söz ile anlam arasındaki bu ilgiye delâlet denir ve delâlet beyânın özüdür. Delâlet Delâlet, herhangi bir söz, durum ve hareketin belli bir anlam ve hükümle bağlantısını ifade eden bir kavramdır. Bir şeyin anlaşılmasının başka bir şeyin daha anlaşılmasını gerektirmesi durumudur. Şu halde iki unsur söz konusudur Bu iki unsurdan ilkine dâll =delâlet eden, gösteren, işaret eden İkincisine de medlûl =delâlet edilen, gösterilen, işaret edilen denir. Delâletin türleri Lafzî delâlet a Aklî delâlet =akla dayalı delâlet Gösteren ile gösterilen arasındaki ilişkiden dolayı doğrudan bilgiye ulaşılan söz dizimleridir. İnsan seslerinden söz ettiğimizde insan varlığı sonucuna ualaşabilmemiz buna örnek olabilir. b Tabî’î delâlet =doğal delâlet Gösteren gösterilen arasındaki psiklojik ve fizyolojik ilişki aracılığıyla bilgiye ulaşılması durumudur “Off!” nidasının sıkıntı halini belirtmesi buna örnek olabilir. c Vaz’î delâlet =uzlaşıya dayalı delâlet Gösteren ile gösterilen arasındaki anlam ilişkisinin gelenekler çerçevesinde yerel çerçevede, bilgiye dönüşmesi durumunu tanımlar. “Özel kalem” dendiğinde yazı gereci olan kalemin değil de özel sekreter manasındaki görevlinin anlaşılması buna örnek olabilir. Gayr-ı lafzî delâlet a Aklî delâlet Tüten bir dumanın ateşin varlığını göstermesi gibi. b Tabî’î delâlet yüzü kızaranın utanmış olduğunun anlaşılması gibi. c Vaz’î delâlet belli işaretlerin, mimiklerin belli değer ve hükümleri anlatması durumudur. Delâlet ilişkisinin daha iyi anlaşılabilmesi için Belirti İletişim amacı taşımayan, sebep – sonuç ilişkisi taşıyan özellikteki işaretlerdir. Görüntüye dayalı gösterge-ikon İletişim amaçlı, bilgi taşıma görevi olan işaretlerdir, resim ve fotoğraflar gibi. Simge-sembol Sebep-sonuç ilişkisi değil ancak anlaşmaya yarayan ifadelerdir, bir dili oluşturan sözcükler bu durupta sınıflanır. Dâll kendi dışında bir şeyi haber eden, işaret eden, o şeyi gösteren bir unsurdur. Belagât bu unsurun söz olanı ile ilgilenir. Medlûl bu sözün gösterdiği şey yani gösterilendir. Gösteren ile gösterilen arasındaki ilişkiye de delâlet denir oldu şimdi tam anlamıyla göstergebilim. Beyân lafzî-vaz’î delâleti mutâbakat, tazammun ve iltizâm olmak üzere üç kısmda inceler. a Mutâbakat Bir sözcüğün asıl anlamı yerine kullanılmasıdır. b Tazammun Bir sözcüğü, ifade ettiği anlamlardan sadece birisini öne çıkararak kullanaktır; cesaretli birisi için aslan derken, o kişinin sadece aslan gibi cesur olduğunu ifade etme durumu buna örnek olabilir. c İltizâm Sözün, fiziki bir durumun zihindeki yanısmasını ifade etmek için kullanılması. Kıskançlıktan benzi sarardı dediğimde karşımdakinin sararıp sararmamasıyla değil utancıyla ilgi bir anlamı işaret ederken yaptığım şey mecaz değil iltizâm olarak kabul edilir. Lafız-Mana İlişkisinde Hakikat ve Mecâz Sözün gerçek anlamda kullanılması hakikat, bir ilgi dolayısıyla bu anlamın dışında kullanılması mecâz, gerçek anlamda kullanılması mümkün olduğu halde zihinde çağrıştırdığı başka bir anlamı da içermesi kinâye, hiçbir ilgi bulunmaksızın bir başka anlamda kullanılması ise galat’tır. Hakikat, bir lafzın kendisi için konulmuş olan anlamda kullanılmasıdır ve bu anlam onun lügavî temel/gerçek anlamıdır. Belgâtte sözün sonradan kazandıkları anlamlara me’ânî-i sevânî ikinci anlamlar denir. Me’ânî-i sevânî için ma’ne’l-ma’nâ anlamın anlamı terimi de kullanılmıştır. Edebi metinler yan anlamlı sözcüklerin yoğun olduğu metinlerdir. Hakikat ile mecaz arasındaki fark, hakikatin gösterdiği anlam için bir karine=ipucuye ihtiyaç duymaması, mecazın ise bu karineye ihtiyaç duymasıyla ortaya çıkar. Mecâz Kelimenin hakiki anlamının anlaşılmasına karîne-i mâni’a =engelleyici ipucu adı verilen Aklî bir engel vardır. Bu delil bazen sözün içinde bazen de sözün öncesi ve sonrasındaki ifadede karşımıza çıkar. Aklî mecâz Failler arasındaki ilişki nedeniyle, fiilin asıl failiyle değil de başka diğer faille ilişkilendirilmesidir. “Size duyduğum sevgi beni buraya kadar getirdi” dediğimde sevgi’nin binek olmadığını bildiğim halde, bu manada kullanıyor olmam aklî mecaz yoluyla anlaşılabilen bir durumdur. Mecâz-ı hazfî Aklî mecâz türü olan mecâz-ı hazfî de fail sözcük öbeğinden düşürülmüştür; “bu adresi bir de kahveye sor” dediğimde kahve sözüyle işaret edilen muhatap insanlar’ sözcük sözcük öbeğinden düştüğü için, kahve sözcüğü mecâz, sözcük öbeği de mecâz-ı hazfî olarak değerlendirilmiştir. Lügavî mecâz Bir kelimenin bir ilgi sebebiyle asıl anlamının dışında kullanılmasıdır. Lügavî mecazın mecâz-ı mürsel ve isti’âre denen iki türü vardır. Mecâz-ı mürsel Üç şartla gerçekleşir. A Kelimenin gerçek anlam dışında bir anlamı kastetmesi. B gerçek anlam ile mecâzî anlam dışında bir ilgi olması C gerçek anlamın anlaşılmasına bir engel karîne-i mâni’a bulunması. Mecâz-ı mürselde gerçek anlamdan mecâzî anlama geçişi sağlayan alakalar a Parça bütün =cüz’iyyet-külliyet ilişkisi “saçımı kestirdim” dediğimde saçımın tamamını değil bir kısmını kestirdiğimi ifade ediyor olmam buna örnektir. b Mahal ilgisi “Bardağı bir dikişte içti” dediğimde içilen bardak değil, bardaktakidir, burada bardak, mahal işlevi görevi görmektedir. c Sebep-sonuç ilişkisi Lafzın mecâzî anlama sebep olması, “saçımı boşuna ağartmadım” derken, tecrübe sahibi olduğumu ifade etmem bu duruma örnektir. d Genel-özel =umum-husus anlam ilişkisi Özel bir anlamı ifade etmek için geneli ifade eden bir sözcük kullanmak veya bunun tersi durumlar buna örnektir. e Mazhariyet ilişkisi “bütün ev onun eline bakıyor” sözü buna örnektir. f Âlet olma ilgisi Bir kelimenin gerçek anlamının mecazî anlama vesile olması, “Türk dili” dediğimizde “dil” kelimesiyle sakatat değil de sözcükleri ifade ediyor olmamız buna örnektir. g Öncelik-sonralık ilişkisi Bir şeyi geçmişteki haliyle ya da gelecekte alacağı hal ile ifade etmektir; eşşek kadar adamdan “bizim çocuk” diye söz eden ebeveynlerin lafzı bu duruma örnektir. Bir mecazın sanat olarak kabul edilebilmesi için, kullanılan mecazın dildeki hazır bir malzeme olmaması, eser sahibi tarafından bilerek kullanılmış olmasına dikkat edilir. Teşbîh Teşbîhte maksat, asıl olarak müşebbeh ile ilgilidir. Aralarında benzerlik bulunan iki şeyden birini diğerine benzetmektir. Benzeyene müşebbeh, benzetilene ise müşebbehün bih denir. Teşbîhte iki unsurun ortak niteliklerine benzer yanlarına vech-i şebeh =benzetme yönü denir. Bazı durumlarda bu benzetme benzetme edatı =edât-ı teşbîh kullanılarak yapılır. Teşbîhte birden fazla nitelik tek bir şeye benzetilebileceği gibi bunun tersi de mümkündür. Teşbîhte benzeyen ve kendisine benzetilen olmak üzere iki asıl unsur vardır. Bu iki unsurdan biri kaldırılırsa teşbîh mecaza dönüşür ve istiare adını alır. Teşbîhte vech-i şebeh söylenirse o teşbîh mufassal, Teşbîh edatı söylenirse mürsel, Söylenmezse mü’ekked olarak adlandırılır. Mufassaf ve mürsel teşbîh Ali cesarette aslan gibidir. Mücmel ve mürsel teşbîh Ali aslan gibidir. Mufassal ve mü’ekked teşbîh Ali cesarette aslandır. Teşbîhin türleri Belîğ Teşbîh Yalnızca müşebbeh ve müşebbehün bihle yapılan, bir başka deyişle vech-i şebeh ve teşbîh edatı bulunmayan teşbîhlere teşbîh-i belîğ denir; “Ali aslandır” cümlesi buna örnektir. Teşbîhin belîğ kabul edilmesi aranan bir diğer nitelik de ba’îd-i garîp olması şartıdır Ba’îd-i garîp, vech-i şebehin kolayca anlaşılmamasıdır. Bu kıstas, orijinalite için gereklidir ba’îd-i garîp ölçütü nedeniyle yukarıda verilen “Ali aslandır” cümlesi, aslan sözcüğünün cesaret manasında kullanıldığının aşikâr olmasından mütevellit, teşbîh-i belîğ değildir. Temsili Teşbîh Teşbîhte, vech-i şebeh ayrıştırılamayacak kadar çok unsurdan meydana gelen bir tasavvur ise, buna temsilî teşbîh denir. Ancak bunu, vech-i şebehi birden fazla olan teşbîhlerle karıştımamak lazım. Temsilî teşbîhlerde vech-i şebeh hissî ve somut değil, aklî ve/veya hayalî bir tasavvurdur. Îrâd-ı mesel ya da irsâl-i mesel adı verilen alatım biçimleri temsilî teşbîh olarak kabul edilirler. Temsilî teşbîhlerde bir düşünce ya da duygu diğer bir ibare ile desteklenir, bir iddiaya delil getirilir. Bu destekleyici ifade bazen darb-ı mesel de olabilir. Teşâbüh =benzeşme Teşbihteki tarafları bir özellikte birleştirmek için söylenen benzetmelere teşâbüh denir. Teşbîh-i tehekkümî [teşbîh-i temlîhi ironi gibi düşünebiliriz bunu] Aralarında bir vech-i şebeh olmadığı halde müşebbehin mizah, yergi ya da latife amacıyla müşebbehün bihe benzetilmesidir. Cimri birini cömertlik timsali birine benzetmek gibi. Osmanlı Türkçesinde yaygın olarak kullanılan Farsça tamlamaların bir kısmı aynı zamanda birer teşbîhtir. Müşebbehun bih olarak bilinen şeyler kimi zaman müşebbeh olarak karşımıza çıkabilir; “aslana bak Ali gibi” dediğimde aslanın Ali kadar cesur olduğunu söylemiş olurum. Hatta Ali’nin aslanı bile alt edeceğini ima ederim. Bu tarz teşbîhlere teşbîh-i maklûb denir. İstiâre Kelimenin asıl anlamı birinden bir şeyi ödünç isteyip almaktır. İstiâre, bir kelimeye aralarındaki benzerlik sebebiyle asıl anlamının dışında yeni bir anlam vermektir. İstiâre hem bir mecaz hem de bir teşbîhtir. İstiâre, bir unsurun zihnimizde uyandırdığı başka bir unsur ile olan benzeyişini yakalayıp vermesidir. İstiâre, kelimelerin temel anlamlarının sınırlarını aşma çabasıdır. İstiâre ile soyut şeyler, duygu ve düşünceler somutlaştırır. İstiâre tek bir sözcükle meydana gelmişse müfred, birden fazla sözcükten oluşmuşsa mürekkeb istiâre adını alır. Müfred istiâre ikiye ayrılır a İstiâre-i musarraha =açık istiâre Benzeyeni düşürülmüş teşbîhtir. Bu istiâreye “açık” denmesinin nedeni benzetilenin açıkça ifade edilmesidir. Açık istiârede benzetilenin açıkça anlaşılması gereklidir. b İstiâre-i mekniyye = kapalı istiâre Kendisine benzetilenin açıkça söylenmediği istiârelerdir. İstiâre-i mekniyyede lafzın gerçek anlamında kullanılmadığını gösteren “karine” istiâre-i tahyîliyye olarak adlandırılır. İsim ve isim hükmündeki kelimelerle yapılan isti’âre-i asliyye, fiillerle yapılan istiârelere de isti’âre-i tebe’iyye denir. Mürekkeb istiâre Mürekkeb istiârede benzetmede unsurlar birer cümledir. Mürekkeb istiâreye temsilî istiâre de denir. Kararsızlık anlatmak için söylenen; “bir ileri bir geri gidiyor” buna örnektir. Teşhîs ve İntâk Teşhîs = kişileştirme, intâk da = konuşturma demektir. Her intâkta teşhîs olması gerekir. Teşbih-i Müekked Teşbih-i Mücmel Teşbih-i Mufassal Teşbih-i Mürsel Kinaye Lügat anlamı gizlemek olan kinaye bir sözü gerçek anlamının da kastedilmiş olması mümkün olduğu halde farklı bir anlamda kullanmaktır. Kinayeli söz bir açıdan mecaz, bir açıdan hakikattir. Mecazdan farkı, kinayede karîne-i mâni’anın bulunmamasıdır. Kinaye, “sarâhat =açıklık”in zıddıdır. Kinaye, hakikat ile mecaz arasında bir köprüdür. Kendisinde kinayenin meydana geldiği lafza meknî bih; kastedilen anlamada meknî anh denir. Maknî anh değil de işaret ettiği anlamlar üç kısma ayrılır Mevsûf =nitelenen varlık olabilir “Haset olan yerde huzur bulunmaz” cümlesinde o yer neresi sorusunun cevabı net değildir, bu durum mevsûfa örnek oluyor. Bir sıfat olabilir “Mustafa’nın evinin kapısı herkese açıktır” cümlesiyle misapirperverliğin işaret edilmesi gibi. Nispet olabilir Sıfat ve bu sıfatla nitelenen varlık açıkça belirtildiği halde aralarındaki nispetin kinaye yoluyla ifade edilmesidir. “Hatasını anlayınca elemanın yüzü kızardı / kızarmadı” gibi… Ta’riz Ta’rizi kinayeden ayrı düşünmemek gerekir. Ta’riz, tenkid, alay doğruyu gösterme maksadıyla söylenmiş sözlerdir. Kinaye tek bir sözcükte olduğu halde ta’riz cümlenin tamamında meydana gelir. Ta’rizde işaret edilen anlam bir sıfat ya da durumdur; ancak bu sıfata ya da duruma konu olan ta’rizde belirtilmez. Ünite 2 Anlam Sanatları Söz sanatları =sanâyi’-i lafziyye ve anlam sanatları =sanâyi’-i ma’neviyye Bedî’ Asıl anlamı örneksiz ve modelsiz bir şey icat etmek olan bedî’, manaya delâleti açık ve durumun gereğine uygun olan sözü lafız ve mana yönlerinden güzelleştiren usûl ve maharetler =muhassinati konu alan bir bilimdir. Anlam sanatları Hüsn-i ta’lîl ve mezheb-i kelâmî şeklinde sıralanabilir. Söz sanatları Reddü’l-acüz ale’s-sadr ve akis gibi sıralanabilir. Anlam Yakınlığı ve Karşıtlığına Dayalı Sanatlar Tenâsüb Aralarında anlam bakımından tezad dışında bir ilişki bulunan iki ya da daha fazla sözcüğü bir ibarede toplamaktır. Gül, bülbül ve gül bahçesi sözcüklerinin aynı cümle/dize ya da beyitte yer alması buna örnektir. “Aramazdık gece mehtâbı yüzün parlarken Bir uzak yıldıza benzerdi güneş sen varken” Îhâm-ı Tenâsüb Bir ibaredeki kelimelerden birinin ya da birden fazlasının kastedilmeyen anlamıyla o ibaredeki tenasüb ilişkisi içinde yer almasıdır. İki anlamı olan bir sözcüğün cümlede kastedilmeyen anlamıyla aralarında tenasüb bulunan diğer sözcüklerin anlamları aralarında tezad dışında bir ilişki bulunmasıdır. Emir kipi olarak gül, gülmek ve bülbül aynı ibarede yer alırsa, gül sözcüğünün çiçek değil eylem manasında kıllanılmasından mütevellit îhâm-ı tenâsüb gerçekleşmiş olur. “Titrerdi o bûsenle açan gonca gülünce” Leff ü Neşr dürme, toplama ve yayma Bir ibarede iki ya da daha fazla sözcüğü veya hükmü zikrettikten sonra bunlarla ilişkili sözcük ya da hükümleri sıralamak yoluyla meydana getirilen bir ifade biçimidir. Bir ibarede önce birtakım unsurları söylemek, sonra da bunların her biriyle ilgili başka unsurları sıralamak şeklinde de tarif edebiliriz. İbarede önce söylenenler leff =toplama sonra söylenenler de neşr =yayma olarak tanımlanır. Leff ü neşr, müretteb ve gayr-i müretteb olmak üzere ikiye ayrılır. Müretteb =düzenli, sıralı leff ü neşr İlk sırada söylenen kelime ya da hükümlerle bunların karşılığı olan unsurların aynı sırayla verilmiş olmasıdır. Gayr-i müretteb leff ü neşr Buna müşevveş leff ü neşr de denir. Dağınık, sırasız leff ü neşrlere denir. “Sakın bir söz söyleme… Yüzüme bakma sakın Sesini duyan olur, sana göz koyan olur.” Anlam Karşıtlığına Dayanan Sanatlar Tezad Zıt anlamlı sözcüklere ibarede yer vermek süretiyle gerçekleşir. Bunun yanında, “baba” ve “oğul” gibi aralarında yakınlık bulunan ve birinin anlaşılması diğerine bağlı olan sözcükler arasındaki ilişki de tezad kapsamına dahildir. “Cinayeti kör bir balıkçı gördü” Fiiller arasındaki tezâd =tıbâk-> tıbâk-ı îcâbolumlu fiiller arasındaki tezattır ve tıbâk-ı selb aynı kökten türemiş biri olumlu diğeri olumsuz olan iki fiil arasındaki tezattır olmak üzere ikiye ayrılır. Îhâm-ı Tezâd İki anlamı olan bir sözcüğün cümlede kastedilmeyen uzak anlamı ile bir başka sözcük arasında zıtlık olması halinde gerçekleşir. “Yani ne mi diyorum, çok kurak tarla Çünkü asıl şiirler bekler bazı yaşları.” Cem’-Tefrik-Taksim Cem Toplamak, birleştirmek anlamına gelen cem, ikş ya da daha fazla anlamı bir hükümde toplamaktır. İki sözcük cem edildikten sonra aralarını tefrîk =ayırma/ayrım etmeye cem’ ma’a’t-tefrik =tefrikle yapılan cem denir. Cem’den sonra cem’i meydana getiren şeylerin özelliklerini söylemeye de cem’ ma’a’t-taksim =taksimle yapılan cem denir. “Bu gece yarısında iki yoldaş uyanık Biri benim biri de serseri kaldırımlar.” Uyanık olma hususunda iki yoldaş cem’ edilmiş. Taksîm Bir ibarede birden fazla unsuru andıktan sonra bunlara ait özellikleri, her birinin hangisine ait olduğunu belirterek söylemektir. Taksîm ile leff ü neşr arasında benzer yönler varsa da taksÎmde ilgili kelimeler ya açıkça ya da işaret yoluyla belirtilir. Leff ü neşrde ise bu sözcükler arasındaki ilişki belirtilmez. “Saçi yanağ üstinde kim vardur Birisi bulut biri gülzârdur” Şair ilk mısrada “saç” ve “yanak”ı, ikinci mısrada da “saç”a karşılık “bulut”u, “yanak”a karşılık da “gülzar”ı anarak bir taksîm yapmıştır. Burada taksîmi leff ü neşrden ayıran unsur; “birisi” ve “biri” sözcükleridir. Tensîkü’s-Sıfat =sürekli niteleme Asıl anlamı bir varlığın niteliklerini sıralamaktır. “Karadutum, çatalkaram, çingenem…”gibi Sözlük anlamı “dönme” olan rücû, söylenen sözden bir nükteye dayalı olarak geri dönme anlamında bir edebî terimdir. “Zaman gelir ki cihân içre ins ü cân kalmaz Degil degil yalınız ins ü cân, cihân kalmaz” Tecrîd Sözlük anlamı bir şeyin elbisesini çıkarmak ya da kabuğunu soymak olan tecrîd, insan dışındaki herhangi bir canlıya, eşyaya, nesneye insanmış gibi hitap etmektir. İltifât Sözlük anlamı dönmek, yüzünü çevirmek olan iltifat, manzum ya da mensur bir sözü birinci, ikinci veya üçüncü şahıs kiplerinden biri ile ifade ederken diğer bir kipe aktarmaktır. Sözü fiil kiplerinin birinden diğerine çevirmek. İltifât, söz bir düzen içinde devam ederken onu birdenbire, beklenmedik şekilde ve akla gelmeyen bir yöne çevirmek olduğu için bu ifade biçiminin en etkili olanı heyecan halinde söylenenidir. İltifatın rücû’ ve tekrîrde olduğu gibi zihni uyarma, dikkati çekme gibi işlevleri vardır. “Ben ezelden beridir hür yaşadım hür yaşarım Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım” Tevriye Sözlük anlamı bir haberi gizleyerek bir başka söz ve haberi öne çıkarmak, şiir ve nesirde yakın ve uzak iki anlamı olan bir sözün zihne hemen gelen yakın anlamını değil, uzak anlamını kastetmektir. İki anlamlı bir sözcüğün kastedilen anlamını yakın anlam ile gizlemek şeklinde de açıklanabilir. Tevriyede sözün yakın anlamı açık, uzak anlamı ise gizlidir. Tevriyeye Îhâm açık da denir. “Sordum nigârı didiler ahbâb Semt-i Vefa’da Toğru yoldadur” Şairin sevgilisini sorduğunda aldığı cevap, Vefa semtindeki bir sokak ismi gibi görünse de asıl anlam, doğru istikametin vefa olduğu şeklinde anlaşılmalıdır. Müşâkele Sözlük anlamı birden fazla unsurun birbirine benzemesidir. Bir sözü ikinci defa hem ilk kullanıldığı anlam dışında hem de gerçek anlamı dışında kullanmaktır. “Aklıma gelmeyen şey başıma geldi.”, “Başkasına öğüt verip dururken gönül verdim mi diyeceksin?” örneklerinde olduğu gibi. Müşâkelede mutlaka tekrar edilen bir söz vardır. Sözcük tekrar edildiği yerde ilkinden farklı bir anlamda kullanılır. Mübâlağa Bir niteliğin, fiilin veya durumun gerçekleşmesi zor hatta imkânsız dereceye çıkarılarak ifade edilmesidir ifade de aşırılık. Bedî’de mübalağa, mübâlağa-i makbûle olarak da adlandırılır. Mübalağanın teblîğ, iğrâk ve gulüvv olmak üzere üç derecesi vardır. Teblîğ Mübalağayla var olduğu iddia edilen durumun aklın kabul edeceği bir derecede ya da geçmişte görülmüş olmasıdır. İğrâk Mübalağayla ifade edilen durumun hiç gerçekleşmemiş olması, bununla beraber aklen kabul edilebilir olmasıdır. Gulüvv Mübalağayla var olduğu iddia edilen durumun geçmişte gerçekleşmemiş, gelecekte de gerçekleşmesinin aklen mümkün olmamasıdır. İdmâc Bir şeyi diğer bir şeyin içine sıkıştırmak, belli bir maksadı dile getiren söze bir başka anlam daha ilave etmektir. İdmâcda ilave edilen anlam, ilk anlamla olumlu ya da olumsuz, aynı yönde olmalıdır. Bu anlamlardan birisi asıl maksattır ve açık =sarihtir diğeri ise ikinci planda kalır ve üzerinde durulmaz. Birinin cömertliğini överken laf arasında o kişinin cesur olduğunu da söylemek buna örnektir. İstitrâd İdmâcla ilgili bir ifade biçimidir. İstidrâdda ifade edilmek istenen anlam bütünüyle tamamlanmadan o söz ile ilgili diğer bir anlamın ifadesine geçilir. Bu iki anlam arasında doğrudan değil dolaylı bir ilişki söz konusudur. Mensur eserlerde buna sıkça rastlanır. “Cihan yıkılsa, emin ol, bu sephe sarsılmaz!” Tecâhül-i Ârif Nazımda ve nesirde bir hususun, nükteye bağlı olarak bilinmiyormuş gibi ifade edilmesidir. “Gel ârif ol ki ma’rifet olsun tecâhülün.” Şeyh Galib İstifhâm Tecâhül-i ârif genellikle istifhâm =sorma yoluyla yapılır. Tecâhül-i ârifin olduğu yerde genellikle teşbîh ve mübâlağa da vardır. Hüsn-i Ta’lîl Hüsn-i ta’lîl, bir olaya ya da duruma, ifadeye güzellik katacak tarzda, kendi sebebi dışında bir sebep göstermektir. Olup bitenin akıl ya da bilgiye dayanan bir açıklamasının yapılması yerine, içinde bulunulan ruh halinin etkisi altında hayali bir nedenle açıklanması. Gösterilen sebepte kuşku duyulduğunu gösteren “güya”, “sanki”, “acep” gibi sözcükler, yapılan sanatı hüsn-i ta’lîl olmaktan çıkarır ve onu şibh-i hüsn-i ta’lîle dönüştürerek sanat değerini düşürür. Hüsn-i ta’lîl, çoğu zaman bir benzetme olgusunu da içinde bulundurur. Te’kîdü’l-medh Bimâ Yüşbihu’z-zemm ve Te’kîdü’z-zemm Bimâ Yüşbihü’l-medh Yeriyor gibi görünüp övgüyü, övüyor gibi görünüp yergiyi pekiştirmektir. Te’kîdü’l-medh bimâ yüşnihü’z-zemm Yergi ifade eden sözlerle övgüyü pekiştirmektir. Te’kîdü’z-zem bimâ yüşbihü’l-medh Övüyor gibi görünerek yergiyi pekiştirmektir. Mezheb-i kelâmî Bu ifade biçiminde önce ispatı yapılmamış, tartışılabilir nitelikte bir düşünce ileri sürülür, sonra da bu düşünceyi desteklemek ya da önermenin doğruluğunu ispat amacıyla kanıt niteliğinde bir örnek verilir. Mezheb-i kelâmîde ileri sürülen düşünce müşebbeh, bu düşünceyi desteklemek üzere verilen örnek ya da kanıt da müşebbehün bihtir. Tekrîr Ünite 3 Ses ve Kelime Tekrarına Dayalı Söz Sanatları Ses Tekrarına Dayalı Söz Sanatları Cinâs, iştikak, seci, tarsî, müvâzene, iltizâm ve irsâd. Cinâs Manzum veya mensur bir metinde anlamları farklı sözcükler arasındaki yazılış ve söyleyiş benzerliğidir. Cinasda ses benzerliği 4 yönde olabilir; seslerin a türü, b sayısı, c harekesi, d sırası Cinası meydana getiren sözcükler arasında dört bakımdan da tam bir uyum varsa bu cinasa cinas-ı tam, böyle bir uyum yoksa cinas-ı gayr-ı tam adı verilir. Tam cinas basit ve mürekkeb olmak üzere ikiye ayrılır. a Basit cinas birleşik olmayan kelimelerin oluşturduğu cinastır. b Mürekkeb cinas Sözcüklerden en az birinin iki tam sözcükten ya da iki ayrı sözcüğün birleşen hecelerinden meydana gelmesidir. Cinası meydana getiren kelimelerdeki harf sayısının farklı olması cinâs-ı nâkıs Sözcüklerden birinin harf sayısı diğerine göre daha az ya da eksikse bu tür cinaslara “nâkıs” eksik adı verilir. Cinası meydana getiren sözcüklerdeki harflerin sıralanışının farklı olması cinâs-ı kalb Bu cinası oluşturan sözcükler sıralanışı farklı olmakla birlikte aynı harflerden oluşur. Felek ve kelef de olduğu gibi. İştikâk İştikâk, aynı kökten türemiş iki veya daha fazla sözcüğün aynı ibare içinde bulunmasına denir. Bir metinde “ilm” kökünden türemiş “âlim”, “ma’lûm”, “ta’lîm” gibi aynı kökün türevleri olan sözcüklerin kullanılmış olması bu sanatı meydana getirir. Muallim Nacî yazılış ve söyleyişteki benzerlik nedeniyle aynı kökten türemiş sözcükler olmadıkları halde bu izlenimi veren sözcüklerin bir ibarede toplanmasına şibh-i iştikâk iştikâk benzeri adını vermiştir. “… Sevmedi, sevmemişti, sevmeyecek” gibi… Seci Nesirde fâsıla sonlarının aynı sesle bitmesidir. Fâsıla, cümle sonuna denildiği gibi, birbirine edatla bağlanmış fıkra =tamlama, ibare ve paragraf sonlarına da denir. Seci, nesrin kafiyesidir. Hatta kafiyede olduğu gibi secide de revî harfinden sonra gelen ve şiirde “redif” adı verilmiş olan sesler sec’e dahil edilmez “irfanımız” ile “iz’anımız” söz konusu olduğunda seci, “n” harfinin tekrarı ile oluşturulmuştur. Mutarraf seci Vezinleri farklı sözcüklerin revî görevindeki seslerinin aynı olmasıdır “elmas” ile “iltimas” sözcüklerinin her ikisinin de “s” sesiyle bitmesi mutarraf seci’i meydana getirir. Mütevazi seci Fâsılalardaki sözcüklerde hem revî seslerinin hem de secii meydana getiren sözcüklerin vezninin aynı olmasıdır “ma’dud” ile “mahdûd” örneklerinde olduğu gibi. Murassa’ seci Fâsılalardaki sözcükler dışında bir önceki sözcüklerin de karşılıkları olan sözcükler ile seciili ve aynı vezinde olmasıdır “Ahmed zübde-i emâsil ü akrândır ve birâder-i ser-bülendi umde-i efâdil ü a’yândır.” Örnek cümledeki “akrân” ile “a’yân” sözcükler fasıladır. Bu sözcüklerden önce gelen “emâsil” ile “efâdil” ve “zübde” ile “umde” sözcükleri arasında da secii vardır. Şiirde tarsî adını alır. Tarsî Mutarraf seci ve mütevazi seci yalnız nesirde kullanılan secii türleridir. Murassa’ seci ise hem nazımda hem de nesirde kullanılmıştır. Müvâzene Nazımda ya da nesirde fâsıla kabul edilen kelimelerin aynı gramer vezninde olmasına denir. Müvazenede ses benzeşmesi aranmaz. “Her tarzı latîf, her hulkı kerîm olan…” ibaresinde fâsıla olan “latîf” ile “kerîm” sözcüklerinin son harfleri, yani revîleri aynı değildir, fakat kelimeler aynı vezindedir. Dolayısıyla burada secii değil müvâzene sanatı vardır. İltizam Seci bulunan sözlerde revî yanında revîden önceki ses ya da seslerin de aynı olmasıdır. Örnek “haseb” / “neseb” İrsâd İrsâd, secili ya da kafiyeli bir sözde seci ya da kafiyenin nasıl devam edeceğine sözün içinde kullanılan bir kelime ile işaret etmektir. İrsâdda çoğu zaman iştikak sanatından yararlanılır. Kelime Tekrarına Dayalı Sanatlar Reddü’l-acez ale’s-sadr Şiirde beytin, düz yazıda da bir cümlenin veya ibarenin sonunda yer alan sözcüğü kendisinden önce tekrarlanmaktır. Asıl anlamı, “sonu başa çevirmek”tir. Çünkü acüz, nesirde ibarenin sonu =fâsıla, nazımda beytin son kısmı; sadr nesirde cümlenin başı, nazımda da beytin ilk başı demektir. Şiirde birinci mısraın son kelimesine arûz, İkinci mısraın ilk kelimesine ibtidâ, Her iki mısrada arada kalan kelimelere de haşiv denir. İ’âde Beytin son sözcüğünü bir sonraki beytin ilk sözcüğü olarak kullanılmaktır. Akis Akis /aks, bir mısra veya cümlenin yahut cümle içinde bir ibarenin sonunu başa, başını sona alarak yeni bir ibare ve tamlama meydana getirmektir “Kelâmın kibarı kibarın kelâmıdır.” Akis, reddü’l-acüz ale’s-sadr ve i’âde birbirine yakın sanatlardır. Her birinde tekrarlanan kelimeler vardır. Aralarındaki fark şudur Akiste tekrarlanan bir kelime değil bir ibare ya da kelime gurubudur. Ayrıca akiste tekrarlanan ibaredeki kelimeler aksine, ters yönde yer değiştirirler. Reddü’l-acüz ale’s-sadr’da ise tekrarlanan ibare değil bir kelime veya birleşik kelimedir. Dolayısıyla kelimelerin kendi içinde tersine sıralanması, yer değiştirmesi söz konusu değildir. İ’âdede ise beytin son kelimesi bir sonraki beytin ilk kelimesi olur. Müşterek Malzemeyi Kullanmaya Dayalı Sanatlar ve Belâgate Dahil Edilen Hünerler Serikat-i şi’riyye =şiir hırsızlığı ya da ahz ve serikat =alma ve çalma Serikat-i şi’riyyeyi bedî’in sınırları içine ilk kez Kazvinî almıştır. Telhis’te serikat-i şi’riyye “bir şairin başka bir şaire air şiiri ya olduğu gibi ya da üzerinde birtakım değişiklikler yaparak alıp kendine mal etmesi” olarak tanımlanmakta ve ikiye ayrılmaktadır. Akd ü hall şiir olarak söylenmiş bir sözü düz yazı, düz yazı ile söylenmiş bir sözü de şiirle ifade etmek anlamında bir terimdir. Nazîre ve nakîza Nazîre bir şairin başka bir şairin şiirini örnek alarak onunla aynı vezin ve kafiyede yazdığı şiire denir. Bu teknikle şiir yazmaya “tanzir etme”, “nazire söyleme”, “nazîre deme”, “cevap yazma” adları verilmiştir. Nazîre örnek alınan şiirle aynı düşünceler etrafında yazılır. Eğer nazirede örnek alınan şiirin aksi yönde bir anlam ifade edilirse bu nazîre nakîza adını alır. Müşterek Malzemeyi Kullanmaya Dayalı Sanatlar İktibâs Asıl anlamı ateş yakmak için kor almak olan iktibâs, bir terim olarak manzum ya da mensur herhangi bir metinde bir ayetin ya da hadisin tamamını ya da bir kısmını alıntı yoluyla kullanmak şeklinde tanımlanabilir. Hadislerden yapılan iktibaslara tenvir de denir. Îrâd-ı Mesel Îrâd-ı mesel, bir önermeyi desteklemek ya da ispat etmek için bir atasözünü ya da hikmetli bir sözü delil olarak kullanmaktır. Bu sanata irsâl-i mesel de denir. İrsâl-i mesel ya da îrâd-i mesel çoğu zaman bir temsîlî teşbihten ibarettir. Tazmîn Asıl anlamı bir şeyi bir şeyin içine koymak ve gizlemek olan tazminin terim anlamı, bir şairin başka bir şaire ait şiirden bir mısraı, bir beyti ya da iki beyti kendi şiirine almasıdır. Telmîh Asıl anlamı bir şeye bir an göz ucuyla bakmak olan telmih, bir söz içerisinde bir kıssaya, bir efsaneye, tarihi bir olaya veya bir ayete ya da hadise, meşhur bir darb-ı mesele, bir inanışa işaret etmek anlamında bir edebi terimdir. …sözün kaynağı söylenmemekle birlikte telmih yapıldığı, hatta neye telmihte bulunulduğu anlaşılabilir olmalıdır. Telmihle iktibas ve irad-ı mesel arasındaki fark şudur İktibas doğrudan ayet ve hadisin ibaresinden yapılır, irad-ı meselde bir atasözü ya da deyim bazen aynen bazen de üzerinde az ya da çok birtakım değişiklikler yapılarak alınır. Telmihte ise bunlara yalnızca işaret edilir, ibareler söylenmez. Belâgate Dahil Edilen Hünerler Muammâ Asıl anlamı gizlenen ve karışık gösterilen şey olan muammâ, remiz ve îmâ yoluyla; yani doğrudan değil dolaylı olarak işaret ile bir isme delâlet eden sözdür. Şiirde bir isim gizleme ta’miye, gizlenen isim de muammâ olarak adlandırılır. On iki burcun harf ve sayı olarak karşılıkları Seretân yengeç = Cîm 3 Yedi gezegenin harf olarak karşılıkları şunlardır Türk edebiyatında ilk muamma söyleyenler 14. Yüzyılda Ahmedî ve 15. Yüzyılda Mu’înî’dir. İnsan ismi dışında, bir şeyin özelliklerinin sıralanarak okuyucu ya da dinleyiciden bunun ne olduğunun sorulduğu bir tür manzum bilmecelerdir. a Muammâda sadece esmâü’l-hüsnâ ve insan ismi gizlenir. Lügaza ise bunların dışında her şey konu olabilir. b Muammâda soru sorulmaz. Lügazlar ise “nedir ol kim…” gibi ifadelerle başlar. Telmi’ Telmi’, bir şairin Türkçe şiirinin bazı mısralarını ya da mısraların bir kısmını Arapça veya Farsça olarak söylemesidir. Şiirde bulunan Arapça veya Farsça mısralar bir başka şaire ait olmamalıdır. Aksi taktirde yapılan işlem telmi’ değil tazmin olur. Türk şairler Türkçe şiirlerinin içinde yine kendilerine ait Arapça, Farsça mısra, mısra parçası ya da beyitlere yer vermişlerdir. Bu şiirlere mülemma’ denir. Sihr-i helâl Sihr-i helâl, beyit arasında hem kendisinden önceki sözlerin sonu hem de kendisinden sonraki sözlerin başı olabilecek şekilde söz söylemektir. Tarih Düşürme Ebced elifbâsı adı verilmiş olan sıralamada Arap alfabesinde harflerin sayısal değerleri esas alınmıştır. Söz konusu alfabedeki harflerin bu sıralanışından sekiz anlamsız sözcük doğmuştur Ebced د ج ب ا Hevvez ز و ه Huttî ى ط ح Kelemen ن م ل ك Sa’fes ص ف ع س Karaşat ت ش ر ق Sehaz ذ خ ث Harflerin sayı değerlerini esas alarak bir olayın tarihini veren bir kelime, bir cümle, bir mısra ya da bir beyit söylemeye ya da yazmaya tarih düşürme; yapılan hesaplamaya da ebced hesabı, hesab-ı cümel ya da hisâbü’l-cümel denir. Arap alfabesinde bulunmayan Farsçaya özgü harfler, şekil bakımından benzeri oldukları harflerin sayı değerlerine sahiptir پ = 2 / چ = 3 / ژ = 7 Bir tarihteki harflerin hepsinin hesaba dahil edildiği târîh-î tâm =tam tarih, Sadece noktalı harflerin hesaplandığı mu’cem =menkût, cevher, cevherin, Sadece noktasız harflerin hesaba katıldığı mühmel ya da sade tarih, mısradan tarihin iki katının çıktığı dü-tâ tarih, Harflerin sayısal karşılığı olayın meydana geldiği yılı göstermeyen eksik veya fazla gelip ekleme ve çıkarma ile uygun hale getirilen tamiyeli tarih gibi ebcedle tarih söylemenin pek çok türü vardır. Önceki yazıda Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı ÖABT Notlarım hakkında kısa bilgiler vermiştik. Bu bölümde ise Cumhuriyet dönemindeki şiir anlayışları hakkında bilgiler bulacaksınız. Cumhuriyet Dönemi Türk şiirinin zeminini oluşturan koşulları tarihsel bir olgu olarak II. Mahmut devrinden cumhuriyete kadar, devlet ve toplum düzeninde yapılan iyileştirme girişimlerinin bir sonucu olarak değerlendirmek gerekir. Hatırlanacağı üzere 1850’lerden sonra, devlet sisteminde yapılan düzenlemeler, edebî alanda gerçekleşen radikal değişikliklerin temelini oluşturmuştur. Söz konusu değişiklikler diğer türlere oranla şiir alanında daha belirgin bir şekilde takip edilebilir. Bunda Türk okurunun nesir türleriyle yeni tanışmasının yanı sıra şiirle bin yıllık bir yakınlığının olması da etkilidir. Tanzimat Dönemi’nde Türk şiirinde, geleneksel konular büyük ölçüde terk edilir ve şiire toplum düzenini yakından ilgilendiren hak, adalet, özgürlük gibi sosyal içerikli kavramlar dâhil edilir. Servet-i Fünûn Dönemi’nde şiirin geleneksel şekil kalıpları da kırılır ve bunun yerine daha modern şekiller kullanılır. Şiirde Servet-i Fünûn’un devamı sayılan Fecr-i Âtî’de Ahmet Haşim’le, bireyin iç dünyasının öznel dili şiire şekil verir. Bu arada Mehmet Emin’le Türk şiirine yeni bir yaklaşım tarzı getirilir. Şairler arasında yaşanan hece-aruz, eski-yeni münakaşaları başka bir kanatta şiirin daha Türkçe, daha anlaşılır ve dolayısıyla daha sosyal bir şekilde ilerlemesini sağlar. 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanı her açıdan bir dönüm noktası olur. Türk toplumu ilk kez millet meclisiyle tanışır. Devletin yeniden güçleneceğine dair umutlar yeşerir. Ancak meşrutiyetin ilanından hemen sonra yaşanan savaşlar, toprak ve itibar kaybı, umutların yıkılmasına neden olur. Siyasal anlamda yaşanan bu hayal kırıklıkları hemen her alanda olumsuz etkiler yaratmış olmasına rağmen edebiyat alanında bu tarihe kadar görülmemiş bir yoğunlukta düşünce veriminin yaşanmasına vesile olur. Türk aydını, “Devlet bu durumdan nasıl kurtulur?” sorunsalına hızla ve çeşitli önermelerle çözümler üretmeye çalışır. Ortak amaç; ortak bir millet bilinci yaratarak en kısa zamanda bu kötü gidişatı durdurmaktır. Edebiyat bu süreçte sağlam bir araç olarak görülür. Ancak mevcut edebiyat dili, bu amaca hizmet edebilecek bir niteliğe sahip değildir. Halkın edebiyat dilinden anlamaması, edebiyatın etkin bir güç olarak kullanılmasının önünde büyük bir engeldir. Bu engeli ortadan kaldırmak, geniş halk kitleleri tarafından okunabilmek ve anlaşı-labilmek, böylece halk ile edebiyat arasındaki kopukluğu gidermek amaçlarıyla “Yeni Lisan” hareketi başlatılır. Bu hareket, cumhuriyetin düşünsel ve sanatsal olarak alt yapısını oluşturur. Yeni Lisancılar Ziya Gökalp önderliğinde Anadolu insanını kendi içinde değerlendirebilmek için halk edebiyatına ait dil, vezin, nazım şekilleri gibi şiirin şekline; halkın ilgilendiği konu ve tema unsurlarını bulmak için de şiirin içeriğine dair saha çalışması yaparlar. Böylece Türk şiiri daha millî bir yapıya kavuşturulur. Cumhuriyetin özellikle ilk on beş senesinde baskın olan şiir anlayışının temelleri böyle bir anlayışa dayanır. 1910-1920 yılları arasında, Cumhuriyet Dönemi Türk şiirini farklı bir kanattan etkileyen ve Mehmet Akif etrafında şekillenen İslami şiirin ilk örnekleri de verilir. Ayrıca bu yıllarda Türk şiirine kaynak arama düşüncesi, Nev – Yunanîler, Rübab ve Nayîler gibi kısa süreli edebî toplaşmaları meydana getirir. Bu yaklaşımlarla Türk şiirine yeni bir ses getirebilme çabaları, Cumhuriyet Dönemi Türk şiirinde farklı bakış açılarının geliştirilmesi bakımından önemlidir. Cumhuriyet Dönemi Türk şiirini sanatsal ve estetik anlamda asıl yönlendirenler, yine bu yıllar arasında sanatlarının en olgun dönemini yaşayan Yahya Kemal ve Ahmet Haşim olur. Yahya Kemal ve Ahmet Haşim şiirin toplumsal şartlardan dolayı feda edildiğini düşünerek kendi şiirlerini estetik yanı ağır basan saf şiire adarlar. Onların bu bakış açıları Dergâh dergisi yıllarında pek çok genç şairi etkiler ve özellikle 1950 sonrasındaki şairlere, saf şiire ulaşmanın, şiiri yalnız şiir için yazmanın yol haritasını çizer. Cumhuriyet Dönemi’ne kadarki Türk şiirinin genel görüntüsünü birbirinden farklı duyuş tarzlarıyla ortaya konan bu şiir anlayışları oluşturur. Türk şiirinin kendi ses rengini arama faaliyeti Cumhuriyet Dönemi’nde de yine farklı anlayışların ortaya konmasıyla devam eder. Cumhuriyet Dönemi Türk edebiyatında görülen şiir anlayışları en genel hatlarıyla şu başlıklar altında değerlendirilebilir • Millî Edebiyat Anlayışının Sürdüğü Şiir Eğilimi İnkılapçı Şiir• Saf Şiir Eğilimi• Yedi Meşaleciler• Toplumcu Şiir• Garip Hareketi• Garip Dışındaki Yenilikçi Şiir• Mavi Hareketi• İkinci Yeni• İkinci Yeniden Sonra Toplumcu Şiir• Maveracılar• 1980 Sonrası Türk Şiiri Bu bölümler tek tek incelenecektir. takipçileri için sırayla bu bölümleri inceleyeceğiz. sonraki ders notu olan MİLLÎ EDEBİYAT ANLAYIŞININ SÜRDÜĞÜ ŞİİR EĞİLİMİ İNKILAPÇI ŞİİR başlığını okumak için tıklayın. henüz hazır değil hazırlanınca link aktif olacak siteyi takibe devam

1980 sonrası türk edebiyatında görülen sanat anlayışları